Aşağıdaki metni [w:Octavia Paz]'ın orijinali 1993'te basılan, Okuyan Us Yayınları'nın 2002 yılında yayımladığı "Çifte Alev - Aşk ve Erotizm" (The Double Flame-Love and Eroticism) adlı kitabının "Sabah Yıldızı" adlı bölümünden aldım.
Kitap bütünüyle zaten bu aşina başlıklara bile başka yerlerden bakıyor ama özellikle bu bölümde (aşağıya alıntılanan) yüzyıla hatta özellikle ikinci yarısına bakışını dikkate değer buluyorum. Günümüzde de "[w:görsel şiir]" ya da "[w:deneysel şiir]" ya da olağan dışı sayılabilecek herhangi başka bir çıkış ya da oluş için ilk dile getirilen şey değil midir "tekrar" ya da paz'ın deyimiyle "yeniden canlandırma"... Ya da bunların paralelinde "özgünlük"... Belki bir açılımı olur... Ya da sadece alıntılamış olayım...
[w:Modernite ]iki sabah yaşamıştır: Biri, Hegel ve kuşağının yaşadığı, Fransız Devrimi’yle başlayan ve elli yıl sonra biten sabah; biri de yirminci yüzyılın ilk büyük savaşından önce başlayıp ikinci büyük savaşın patlak vermesiyle sona eren büyük bilimsel ve sanatsal uyanış. Bu ikinci sabahın belirtkesi de, [w:Lucifer]’in belirsiz figürüdür. Kötülük meleği – onun gölgesi- iki savaşı da, Hitler ve Stalin’in ordugâhlarını da, Nagasaki ve Hiroşima’nın bombalanışını da burgacına çekip yutar. Ve o – ışığın asi meleği- çağımızın bilim, etik ve sanat alanındaki en büyük yeniliklerinin tümünü tutuşturan kıvılcımdır. Picasso’dan Joyce’a, Duchamp’tan Kafka’ya kadar yirminci yüzyılın ikinci yarısının sanat ve edebiyatı Lucifer’cil olmuştur. Ama ikinci dünya savaşını izleyen ve bütün ipuçlarına göre hâlâ sonunu yaşadığımız dönem için aynı şeyi söyleyemeyiz. Karşıtlık çarpıcıdır. Bizim yüzyılımız sanat alanında [w:Kübizm ]ve [w:Soyut Sanat] gibi büyük devrimci akımlarla başladı. Ardından başka tutkulu başkaldırılar geldi. [w:Gerçeküstücülük ]şiddetiyle hayranlık uyandırdı. Şiirden romana kadar her edebiyat dalında, biçimde ve anlamda art arda değişiklikler görüldü. Bu değişim ve deneyler, tiyatro ve sinema yapıtlarını da etkiledi; onlar da şiir ve romana etki ettiler. Sözgelimi o yıllarda şiirde ve romanda kullanılan bir yordam olan eşzamanlılık, film kurgusundan doğmuştur. İkinci dünya savaşından sonra böyle şeyler olmadı. Asi melek Lucifer, yüzyılı terk etti gitti.
Ne karamsarım, ne de geçmişe özlem duyuyorum. Sanatsal üretim her ne kadar tecimselliğin, kâr peşinde koşmanın ve reklamcılığın silleleriyle ağır yaralar aldıysa da, yaşadığım dönem çorak sayılmaz. Örneğin resim ve roman modaya bağlı ürünlere dönüştüler. Resim, benzersiz nesne fetişizmiyle, roman ise seri üretimle. Yine de 1950’den bu yana şiirde, müzikte, romanda ve plastik sanatlarda önemli yapıtlar ve kişilikler ortaya çıktı. Ama büyük bir estetik akım ya da [w:şiir akımı] belirmedi. Sonuncusu gerçeküstücülüktü. Kimi parlak kimileri yalnızca zekice sayılabilecek dirilmeler yaşadık. Doğru sözcükleri kullanırsak yeniden canlanmalar gördük. Ama yeniden canlanma dirilme değildir, çabucak sönüp giden bir anlık alevdir. On sekizinci yüzyılın yeni klasisizmi vardı; biz “[w:yeni dışavurumculuk]”u, “[w:trans-avangard]”ı hatta “[w:yeni romantizm]”i yaşadık. Peki, [w:pop-art] [w:Dada]’nın ; [w:Beat şiiri] de “Gerçeküstücülük”ün bir türevi değil miydi? New york’un [w:Soyut Dışavurumculuk] akımı da bir türevdi: Gerçi çok sayıda yetkin ressam sundu bize, ama o da bir yeniden canlanma, anlık bir alevdi .Aynı şey ilkin Paris’te ortaya çıkan oradan tüm dünyaya yayılan savaşsonrası felsefe-edebiyat akımı varoluşçuluk için de söylenebilir. Yöntemi bakımından Husserl’in bir devamıydı varoluşçuluk; konusu bakımından ise Heidegger’in. Bir örnek daha: 1960’dan başlayarak Sade, Fourier, Roussel ve başka birtakım yazarlar üstüne denemeler ve kitaplar yayımlandı. Bu çalışmalardan bazıları zeki, güçlü sezgilere dayalı, zaman zaman derin çalışmalardı. Ne ki, özgün değildiler, söz konusu yazarlar kırk yıl önce Apollinaire ve Gerçeküstücüler tarafından keşfedilmişlerdi. Alın size bir [w:yeniden canlandırma] daha. Daha fazla örnek saymak yararsız.
Yineliyorum: Yirminci yüzyılın ikinci yarısında verilen yapıtlar, ilk yarısındaki yapıtlardan farklıdır, hatta onlara karşıt oldukları bile söylenebilir. Lucifer’in belirsiz şiddet ışığıyla aydınlanmamışlardır: [w:Aalcakaranlık] yapıtlarıdır bunlar. Bizim Tanrımız melankolik Satürn mü? Belki Satürn kılcal ayrımlardan hoşlansa bile. Mitologya, Satürn’ü tinsel bir altın çağın efendisi, gücü melankolinin ışık ve gölge oyunlarıyla kemirilen bir hükümdar olarak betimler. Bizim dönemimiz ise, tam tersine, basit, yüzeysel ve acımasızdır. Yüzyılımız ideolojik sistemlere tapınır olduktan sonra, Nesneler’e tapınmaya vardırmıştır işi. Böyle bir dünyada aşkın yeri olabilir mi?
Yorumlar
serkan'ın madde olarak görsel
Puanlar: 31
‘yukarı’ dedin
serkan'ın madde olarak görsel şiir'i yazmasına bakınca bu alıntının onu biraz kızdırdığını düşünmeden edemedim doğrusu. tabii paz'ın bir sürü konuda haksız olduğunu düşünmüyorum ama şunu da düşünüyorum ardından, eee yani ne olmuş?
poetikhars'a alıntı yapma isteğimse girişte de yazdığım gibi "görsel şiir"e de böyle bakıldığına birçok yerde sözlü ve yazılı olarak tanık olmam. yani "x" şeyin her koşulda "yeni" olması mı önemli yoksa ortaya ne çıkardığı mı? onun yinelendiği ya da yenilendiği noktada başka imkanlara neden olup olmadığı mı? gerçi tatmin edilemeyecek ölçüde bir "en"ler çağında yaşadığımız için hiçbiri tuhaf da değil.. herkes "büyük" bir şey bekliyor. ama o "büyük" şey gelmiyor. şair, şiir, eser vs... daha onlarcası sorulabilir...