Felsefi Şiir Üzerine Sorular

Birincil sekmeler

Yücel Kayıran'ın Felsefî Şiir dediği şey ile Bakî Ayhan'ın dediği şeyler hakkında . Kayıran, geçenlerde, belki de pek fazla şaire nasip olamayacak şekilde kendi "poetikasını" anlatan tuğla gibi bir kitap yayınladı. Başka şairlerin kendi şiirleri hakkında, hem de bu kadar erken bir tanımlamalar ve koşullamalar zinciri ortaya sürebildiklerini sanmıyorum. Düz bir çizgide ilerlense de, ilerlemeye gayret edilse de, hesaplar çoğu kez yarı yolda bırakabilir sanatçıyı çünkü. Entellektüel savrulamalar ise genelde pek hoş karşılanmaz, kimlikler, entellektüel tanımının tam tersine belleklere ve önyargılara kazındığı için olur bu. Önümüzde çeşitli örnekleri var, Necib Fazıl, Cemil Meriç, Attila İlhan, İsmet Özel, [kitapara:Bataille], [kitapara:Blanchot], [kitapara:Nizan].

Kayıran sürekli olarak yazdığı ya da yazacağı ya da yazmış olacağı şiir ile düşünen ve yaşayan adam olarak Kayıran arasındaki bağı vurguluyor. Kendisinin bir adım ötesine koyuyor düşüncelerini. Oysa şiirden doğru baktığımızda belki farkına varabileceğimiz şeylerin çoğunu, poetikası'nın eksenine yerleştiriyor. Yani belki de eleştirmen/okur için faydalı olacak şeyler, aklın fraktalları, sunmaya çalışıyor ama bir noktadan sonra kişi tanımlamalar arasında kendisini şiir dışı bir alanda buluyor. Hem de bahsedilen şiir, özünde sözlü kültürün verimlerine (tasavvuf, kendilik bilgisi vs) aşırı bağlı iken.

Şiir dışı bir alan dedim, gerçekten Modern Türk Şiir'inde şiir dışı bir alan var mıdır? Yani şiir metnine bakmayı kolaylaştıran edebiyat içi yöntemler dışında kalan, şiirden ve şairin yaşantısından kavramsal alana doğru açılan alanlar? Yahya Kemal? Nazım Hikmet? Örneğin Ahmet Haşim'in şiirlerinde kullandığı renkler, hangi "soyut resim" sanatçımızın dikkatini cezbetmiştir. Oysa aslında Türk Şiir'i, modernizm tarafından kendisine açılmış ikilikler tarlasında yeşermiş izotopik bir çiçek midir?

[kitapara:Yahya Kemal], "kökü dışarıda bir yerli atî" olarak kavram çiftleri üreteci olmak dışında ne işimize yarar? Namık Kemal'in ilericiğinin şimdilik politik sirkle ilişkisi var mıdır? Kemal Tahir'in romancılığı yanında ironik midir acı mı? Şair ya da yazar Türk Modernizmi içinde "yenilgilinin evriminden" öte neyi anlatır? Kaptırılmış ideallerin, köklerinden lime lime kopartılmış göstergelerin cilalanması (Hilmi Yavuz vs) dışında, lif lif edilmiş kılcal divanî hassasiyetlerinin kurbanı olarak dizeden öte ne üretebilir? Herşeyden istisnasız etkilenebilirken, nasıl olur da imge/simge dolayımında kendisini kelime işçiliğine teslim edebilir? Bu kelimeler örneğin "devrim, gençlik, eğlence, türk kahvesi" anlam ve yerlem değiştirdikçe ne yapmaktadır?

Son istatistiklere göre Türkiye'de elli milyonun üzerinde fazla motorlu araç vardır. Bunun sonucu olarak "kaza"larla yüzyüze gelmek gerçekten . 2002 Şiir yıllığında (YKY) "gökdelen" kelimesini kullanan tek bir şair vardır ve bu şair de yaş olarak bizim kuşağımızdan hayli hayli ileridedir, 2006 yılına gelindiğinde gerçek kente dair çok fazla nesne bulmak mümkün değildir. Örneğin Baki Ayhan T.'nin yıllığında yaş arttıkça kent dışına doğru silkelenmiş yapay bir doğa ve bunun nesneleri arasındaki ilişkiler şiirin envanterini oluşturur.

Şiirimizde "mazot ve traktörden" öte dekor edilmemiş, cansız, fotografik "otomobil" var mıdır? Hanna Barbara çizgi filmlerindeki gibi donuk ve hareketsiz kalacağı baştan sona belli değil midir, bütün bu asrî şeylerin? Şiirimiz Hızca Yavaş Sınıflar'ın şiiridir ([kitapara:Virilio]), ama bu sınıfların hıza karşı hazları hiç de eksik değildir, şiire girmemiştir. Şair, burada pek ketumdur işte.

sorar: "Eski edebiyatta, usul, ferde kendini söylemek imkanını vermiyor. O zaman şair, öteki tarafa geçiyor ve bu tam şikayet oluyor. Şikayet, aklî sanatın mukabilir olarak giriyor. Bu ikisinin arasında mutavassıt (aracı) had yok. Bu bulunmayış nereden geliyor?" (Şiir Hakkında, Tanpınar)

Soru "neden bunlar benim başıma geliyor?" sorusudur. Öyle ya neden bunlar bizim başımıza gelmektedir? Bizi bu "hale" getiren şey nedir? Ahmet Hamdi ile devam edelim: "Ortaçağ'da soruların cevapları tanzim edilmişti. Yeni Çağ'da ise sual, cevap almak için değil cevap aramak için sorulurdu, infini vardı. Bu infini, dinsizlik değildi; artık Sübhaneke ile iş halledilemiyordu." (Şiir Hakkında).

Oysa Kayıran bu soruya cevap verebilecek bir şiir peşinde: "Kişinin, kendi varoluşunu bir yere koyamaması, bir zemin üzerine oturtamaması durumuyla yüzyüze gelmesi, yanılsamanın bozulmasıyla hissedilebilir hale gelir. Bu hal, öznenin bireysel seçiminden çok, mizacın ve karakterin işleyişi bakımından bir zorunluluktur ve bir kader* durumudur. Buna varlığın trajedisi diyorum. Varlığın kendisi huzursuzluktur. Alınyazısı, varoluşun içsel zorunluluğudur. Başka bir şekilde olamadığım için böyleyim. Başka bir şekilde olmamı sağlayacak bir başka zamanda olamadığım için böyleyim." (Felsefî Şiire Prologemena ya da İdeoloji ve Dünyagörüşü Şiirine Karşı Felsefi Şiir, Kayıran)

Ve şöyle devam ediyor: "İnsanın bu durumunu şiir nesnesi edinen şiire felsefi şiir adını veriyorum."

Sanıyorum alıntıladığım bölümde herşey mevcut. En azından sorduğumuz soruya cevap olabilecek şeyler. Sorumuz "ben neden böyleyim, neden bunlar benim başıma geliyor?" idi. Tanpınar, cevap olarak "infini"nin hayatın içine girmesi ile cevap veriyor. Kayıran ise, tam bir doğulu gibi cevap veriyor: "kader"im böyleymiş.

Tanrısız antropoloji olarak insan sözünden ne anlıyoruz? Yazgısı elinden alınmış gibi hissetmek, örneğin "hayırlısı olsun" demek midir, yoksa herşey rastlantısalsa? sorusunun işvelerine kulak vermek gibi midir? Alınyazısı, bizdeki anlamı ile "alındaki yazılmış yazı" ise, kaderimizin kendi ellerimizde olmasının da kaderimiz olduğunu kabul ediyor muyuz? Pastanede kıyameti mi bekliyoruz? "Her hayvan neyse odur; sadece insan, başlangıçta hiç birşeydir. Olmak zorunda olduğu şey için, o hale gelmesi gerekir, kendi başına o hale gelmesi gerekir" diyen mi? "İnsan, henüz olmadığını olan bir varlıktır" ya da "'e göre İnsan sadece olduğunu olmakla kalmayıp, aynı zamanda olduğunu reddedip olabileceğini olandır." diyen Kojeve mi? İnsan, varlığını olumsuzlamaya tabi kılarak bir fail halini geldiği anda, işte orada Tarihin perdesi açılır. ([kitapara:J.M. Besnier])

1600'ler, 1700'ler, 1800'ler geldi geçti. 1900'leri de savaşla geçirdik. Elimizde 2000'ler var. 2000'lerde 400 yıldır medeniyetimizin kaptırdığı idealleri amentusu haline getirmiş, kahredici çalışkanlığı ve trajik yüzyılları ile bizden öncekilerin karşılıksız aşık olup, yataklara düştüğü Batı'nın dev bilgi sığasının karşısına Tarih'ten yoksun, Zaman'a değil belki de anlara indirgenmiş bir insanla ya da bir insan gölgesi ile mi çıkacağız?

"Uykusuz bir gece, gazetedeki herhangi bir havadis, bir gıda maddesinin bozukluğu, havanın yağmurlu veya sisli oluşu... düşüncelerimize istikamet veren, bu kadar çeşitli, kontrol altına alınmaları bu derece imkansız saikler.." diyor Cemil Meriç.

Felsefi Şiir olarak tanımlanabilecek şey, Kayıran tarafından metafizik fazı biraz fazla geniş tutulmuş bir terapi gerilimi olabilir mi?

Hamiş: * de Felsefî Şiir konusunda benzer kaygılar gütmektedir, ilginçtir. (Hece, 2007 Şubat) * ise, Felsefî Şiir'e kuram açısından bakıp, dil açısından eleştirmektedir. "'Felsefi şiir' kuramının eksik yanı doğasından, şiir üstüne bir kuram oluşundan geliyor. Sürekli kuramsal bir yatakta ilerlemek zorunda oluşu, bazen elbette tartışmalı, bazen de kabul edilmesi olanaksız yargılar vermesine neden oluyor. Kuramsallık bir sonuç olarak alınmak istenmiştir elbette, ama başlangıç noktasında da kuram tutkusu bulunduğu her satırından belli olan metinler yazıyor Yücel Kayıran."

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 16

‘yukarı’ dedin