"şair değilim ama nükteciyim"

Birincil sekmeler

Geçenlerde Cihat Duman'ın "yumuşak g" dergisine verdiği bir röportajı okudum (ama kendi blog sitesinden). Onu okuyunca fark ettim ki artık günümüz (özellikle) genç şairlerinde moda olmuş "ben şair değilim", "şiirin canı cehenneme" lafları, pek söylenir oldu. Bunu bazen belki biz de söylüyoruz da. Peki bunları bize söyleten nedenler ne olabilir acaba?

Bu arada o söyleşiyi yararı olur diye aşağıda veriyorum.

(...)

Cihat Duman’la yeni çıkan kitabı “Ya da Pişman Değilim” üzerine kısa bir söyleşi yaptık. Biz onu tanıdığımız için mutluyuz, sizin de öyle olacağınızı umuyoruz… (Ayku Ertuğrul)

(...)

Sevgili Cihat, kitabında özellikle dikkatimizi çeken şu ki; bazı yerlerde şiiri, nükteye/şakaya kurban ediyorsun. Bu bir risk değil mi? (...)

Evvela, şiir/şairlik benim için çok da önemli şeyler değil. Ben söyleyeceğim şeyi şiir formunda ya da şair maskesiyle aktarmaya çalışıyorum. Belki de bu şekilde yaşamak kolayıma geliyordur. Ayrıca şiir benim için mekruh da diyebileceğim hafif günahlardandır. Şiir okumayı/yazmayı daha büyük günahlardan bir nebze olsun kendimi kurtarmak için sürdürüyorum. Bu yüzden yazdığım metinlerde bir tür suçluluk psikolojisi hissedilebilir. Gelelim nüktecilik meselesine. Dediğin doğrudur. Ben nükteciyim. Şairlik kendini unutturmak gerekir ki bu bende yok. Hayallere dalamıyorum. Plan yapamıyorum. Rüya görmem. Başıma gelen musibetler sonunda nükteli davranarak, nükteli yazarak Allah’a isyan etmekten sakınmaya çalışıyorum. Kalbini bırakıp, zekâsıyla şair olmaya çalışan her insan nüktecidir, evet. Fakat şiire de kira ödüyorum Aykut. Şiir hakkında yazdığım yazılar, şair maskesi takmamın ücretidir. (...) Ya da Pişman Değilim, bir ilk kitap. Bu kitabın çıkış serüveninden bahsetmek ister misin? (...) Beş yıldır edebiyat dergilerine hizmet veriyorum. Sen de bir edebiyat dergisi çıkarıyorsun, bilirsin. Vefasız bir iştir. Senin yumuşak ge dergisi’ni benim yeniyazı dergisi’ni çıkarırken verdiğimiz emeği/zamanı kendimize ayırsak her halde zengin olurduk. Belki üç dört lisan bilirdik. Belki de üretme kaygısı olmadan kitaplar okur ve ayrı bir zevk alırdık. Neyse. Dergimizin editörü Yavuz Türk’ün de tavsiyesi ve yönlendirmesi ile ikimizin kitabını hazırladık ve kendi imkânlarımız ile bastık, dağıttık. Ankara İstanbul ve meşhur internet sitelerinde satışa sunulmuş durumda. (...) Kitabının kapağında kucağında karpuzla duvar dibine çömelmiş bir fotoğrafın bulunuyor. Neden? (...) İnsan sevdiğiyle beraberdir. Karpuz çok saf bir meyve. Kesersin, parçalarsın, koklarsın, yersin. Gıkını çıkarmaz. Çok sevdiğim bu meyveyi kapağa koymayı en başından beri düşünüyordum. Kapağın arka planı karpuz içi kırmızısı, şimdiki fotoğrafın bulunduğu kısım ise karpuz kabuğu yeşili olacaktı. Yüksek çözünürlüklü fotoğraf bulamadığımız için karpuzdan görsel alalım dedik. Bizim derginin çizeri Sancar Dalman sağ olsun. O arada öyle bir fotoğraf da çektirdim. Sonra karpuzla birlikte bir çay evine gittik. Karpuzu kestik, insanlara ikram ettik. Hayırlara vesile oldu yani. Yaklaşık 10 arkadaşa da danıştık. Hepsi olumlu görüş bildirdiler. Bana da karara boyun eğmek düştü. Günahı onların boynuna. (...) Yeniyazı şiir serisi kapsamında başka kitaplar basmayı düşünüyor musunuz? (...) Doğrusunu istersen yılda 4-5 tane kitap basmayı düşünüyorduk. İlk önce Yavuz ile ben deneyelim dedik. Eğer fazla derin değilse, diğer arkadaşları da çağıracaktık. Yavuz’u bilmem ama ben bu işten çok korktum. Bu tür işlerle uğraşmak hem sanatınızı hem de mesleğinizi etkiler. Mesela kitabın dağıtımı aşamasında dağıtımcı firmalardan biri “ ben tüccar adamım kardeşim, kitapçımın raflarını şiirle kirletemem, roman yaz, getir dağıtayım” dedi. O anda onu öldürmediğim için hayatını kurtarmış oldum. Bana bir hayat borçlu. Borcunun farkında bile değildir ama. Daha çok kazıkladığı kitapçılardan gelecek alacaklarıyla ilgili gibi duruyordu. (...) Malum yerimiz dar bu yüzden son sorumuz olsun. Şairsin anladık, peki başka neler yaparsın? Aklına gelenleri hızlıca söyleyebilir misin? (...) Mizah dergileri okurum, Umut Sarıkaya hayranlığı yaparım, adliyeye giderim, arkadaşımla bilgisayar oyunları oynarım, Kieslowski filmleri izlerim, Fenerbahçe’yi öylesine tutarım, Reha Erdem filmleri de izlerim, ben de röportajlar yaparım, blog tutarım, bazı bayramlarda Zarifoğlu’nun mezarına giderim, gmail’de yazışmaya bayılırım, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar adlı romanını ezberlemeye çalışırım, siyaset konuşulan yerlerden hemen uzaklaşırım, camileri gezerim, arkadaşlarımla şakalaşırım, hacizlere giderim, annemce aranırım, sık sık borç alırım, sık sık borç öderim, Ah Muhsin Ünlü okurum, müvekkillere sitem ederim, Baudrillard’ın Müslüman olduğunu düşünürüm, sonbahar boyunca mutlu olurum, dergilerde şiirim çıkınca sevinirim, aynı anda yaklaşık 13 kitap okurum, kılık değiştiririm, bu kadar. (...)

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 40

‘yukarı’ dedin

o zaman ben cevap vereyim tarafsız bir öykücü olarak... neden şairlikten kaçılır?

şairlik, şairanelik, şiirsellik, şiir gibi kelimelerin adeta boku çıkmış durumda. elimizdeki örnekler çok kötü.

bir de kavramın sümülasyona eksiksiz uğraması var. şairlik bence de tam takır bir kavram artık. eleman burda şair değilim" diyerek zeki davranmaya çalışmış."

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 40

‘yukarı’ dedin

bence "ne bulacaşacağım o çirkef sürüsüne!" de demek istemiş. bu zamanda şair olmak bir dert, şairim demek bir dert, kendisine şair demekten utanmayanlarla aynı fotoğraf içine alınıp durmak başka bir dert. neydi o, "anneme çirkef çukurunda olduğumu söylemeyin, o beni belediyeci sanıyor" muydu neydi?

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 16

‘yukarı’ dedin

bir de en azından ben hatırlıyorum, belki hatırlayan da çoktur. arkadaşlar, ah muhsin ünlü okuyun, iyi güzel, ama arada bir de şizofrengi nedir, deli yürek dizisinin senaristleri kimdir ve hayalet gemi dergisi neydi, diye bir araştırın allah rızası için. sonra görüşelim bir?