“Siz oyun mu sandınız bütün bunları, öyle olsun, oynayalım, ama bahisler yükselecek.”
Orhan Koçak’ın Bahisleri Yükseltmek kitabı, “şair burada aslında ne demek istiyor” ya da “aslında ne gibi niyetler şairin yazdıklarının arkasında geziniyor” gibi bir retorikle olanı biteni kendi baktığı noktadan yeniden kursa da çok temel bir soruya, bir şairin kendi mikro tarihi üzerinden değinmeye kalkışmış olması açısından önemli.
Kitabın ana teorik omurgasını Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi’nden aldığını hesaba katarsak Bloom’un kendisini okusam daha iyiydi diye de düşünenler olabilir elbet.
Çok temel olan mesele şu: Özne-nesne, eyleyen-yapı, fail-tarih, özerklik-yaderklik gibi pek çok felsefi ikiliklerle karşımıza çıkmakla kalmayıp, teorik sorunların da ötesinde, kendiliğin sınırlarını, hayatın her alanında özne/author olmanın hem cezbedici çağrısını hem de paralize edici belirlenmişlik hissini, bir şey yaparken ya da yapamazken “sen aslında zaten ne yapabilirsin ki?” sorusuyla aciliyete karışarak askıda bırakan bütün bu dikiş ve düğüm noktaları.
Gerçi, bu sorunsal, zaten kendine sahip, birleşik özne fikri, ve özgünlük alanı olarak sanatsal yaratıcılık tarihsel bir icattır ve şunun şurasında en fazla 200-250 yıllık bir geçmişi vardır diyerek beyhudeleştirilebilir. Ama bunun böyle olduğunu bilmek bile sorunun arzumuzu- biri olmak, olabilmek, bir şeyleri dönüştürebilmek, kolektif ya da bireysel kendine yeni, farklı bir konum açabilmek ve hatta doğrudürüst bir yaşam arayışı- bir yerlerden yakaladığı gerçeğini değiştirmiyor.
Bourdieu, sanatın ve edebiyatın bir tanınma ve sembolik sermaye savaşı olduğunu ve şiirin doğası gereği [nesnel ölçütlerin şiir söz konusu olunca iyice görünürleşen kaypaklığı, ekonomik sermaye ile sembolik sermaye arasındaki ters orantı ve çıkar-gözetmeyen bir edim olarak sanatın doruk noktası olması nedeniyle] hem kuşaklar arası hem de kuşak içi en kanlı savaşların alanı olduğunu zaten vurgular. Koçak’ın değinmediği ama satır aralarında var olan bu boyut, şiir tarihi karşısında ve içinde, gelenek ve gecikmişlik* arasında sağkalma mücadelesi, tek bir şairin “kendini yeniden icat etmek”, “kendini doğurmak” , seleflerin halefi değil, seleflerinin de selefi olmak (tabii burada Garip ve İkinci Yeni arasında sıfır noktası nerededir tartışması da yapılıyor), ve Turgut Uyar gibi bir şairin kendini-yaratmanın rastlantısallığının izin silmek için bunu tekrar ve tekrar yapma çağrısını/ ya da buyruğunu, nasıl yarattığı ve bu çağrıya nasıl cevap verdiği gibi bir çerçeve bağlamında irdeleniyor.
Türk şiirinde bu çağrıyı ilk duyan ya da yaratan İkinci Yeni midir? Eğer öyleyse ve hatta böyle bir derdin hissedilmesi ve dile getirilebilinmesinin tarihsel koşulları ve önemi nelerdir? Tekil kişisel tarihlerde bu hareket kendini nasıl gerçekleştiriyor ve hatta neden eleştirmen, örneğin Orhan Koçak, bunu ancak şimdi sorabiliyor ve sorunsallaştırabiliyor gibi sorular önemli elbet. Koçak’ın kitabı bu sorulara iştah kabartıyor kabartmasına ama çoğu zaman Turgut Uyar üzerine bir meta mensur-şiir tadı vermekle kalıyor.
*Orhan Koçak’ın Türk şiirini mecellesizlik ve gecikmişlik çerçevesinde inceleyen daha erken bir yazısı için burası
Yorumlar
Yücel Kayıran kitap hakkında
Puanlar: 15
‘yukarı’ dedin
Yücel Kayıran kitap hakkında bugünkü Radikal Kitap'ta yazmış. Eleştiride üslup/içerik ikiliğinin hala ne kadar etkili olduğunu gösteren bir yazı olmuş. İkinci Yeni şimdiye kadar üslup özellikleriyle tanımlanıyordu ama şimdi içeriğe de bakılarak yeni konumlandırmalar için yol açılıyor, ne güzel bir gelişme tadında bir yazı olmuş. Not edip geçiyorum şimdilik.
yazının linki
Puanlar: 28
‘yukarı’ dedin
aha da şurada.