Yasakmeyve'nin Mart-Nisan 2010 sayısında İzmir'de "Sığınak" dergi-fanzinini çıkaran İzmir Sokak Şairleri, Mustafa Köz'le uzun bir söyleşi yapmışlar Şairin Okuru bölümü için. Söyleşinin sorularından birisi de şöyle:
Sokak Şairleri: Şiirde son yıllarda tartışılan konulardan biri de görsel şiir. Günümüzün şiirini yazmak, yeniye ve gelişmekte olana şiiri de ekleyebilmek düşüncesiyle, son yıllarda “görsel şiir” adını fazlaca duyuyoruz. Görsel şiirin ne olup olmadığını sorgulayanlar, şiir değil belki resim olabilir, diyenler ve bu şiirin, şiirin geldiği son nokta olduğunu söyleyenler var. Bu bağlamda, görsel şiir sizin şiire, hayata ve geleceğe bakışınızda nerede duruyor ve ne denli gerçeklik taşıyor?
Mustafa Köz: Anadolu’da köylerde biri köyün meydanında, öteki de girişinde iki çeşme vardır. Hayat, köyün imecesi de sayılan meydandaki çeşmede kotarılır. Ölüm, düğün yemekleri, burada pişirilir; yavuklular burada sözleşir, atlar burada suvarılır, kirler pasaklar burada arınır, bağlar bahçeler buradan sulanır… Öteki çeşme ise köyün girişindeki mezarlığın duvarındadır. Burada sabah ya da akşam bir iki yolcu eğleşirse eğleşir, birkaç kabir ziyaretçisi, birkaç avuç suyu mezarlara serperse serper, birkaç kuş yıkanırsa yıkanır. Öteki ise bu çeşmenin suyu birkaç çorak tarlaya boşa akar durur. Bazı genç şairler, mezarlık kıyılarındaki bu bu çeşmelere benziyorlar. Çeşme çeşme ama suyu boşa akıyor.
Yüzyılların şiir birikiminden onlara kalan, yalnızca bir öykünme mi olamlıydı? Yeniye ve gelişmekte olana ilişkin hiçbir devinimin olduğunu söyleyemem doğrusu. Görsel şiir, somut şiir, yeni bir şey değil ki! Anlamak için Batı şiirini biraz kurcalamak yeterlidir. Resimse kavramsal bir olgu diye bakmak gerekir öyleyse. Onu da ressamlara bırakalım isterseniz. Deneysel diyorsak bir deney bu denli uzun sürebilir mi? Buluş diyorsak bulunan bir şey yeniden yeniden bulunur mu? Dilin gerçeklikten bağımsız, kendi içinde, kendine yeten bir dizgesi olduğunu savlayan yapısalcılığın görsel dünyanın ruhuyla yeniden inşası sayılabilir görsel şiir. Yapısalcılık gibi, gerçeklikle ilişkisi keyfi ve zahiridir. Gösterenleri (şekil, grafik, harf, sayı, resim…) gösterenden (anlam) kopuktur. Çağın istediği de budur. Anlamdan sıyrılmış bir şiir… Olgu değil, bir “durum”dur. Bu yönüyle postmodernizmin araçlarından biri olmaya uygundur. Gerçek şiir ise verili dizgeyi, ilişkileri parçalar ve tersinden sorgular. Diyalektiktir. Şiirimi besleyen, diyalektik karşıtlık ilişkisi ve yapı bozucu yöntemdir. Şiir benim için etli bir meyve gibi gerçektir. Onun özüne ulaşmam için özenli soymam gerektiğini; anlamdan, gerçeklikten koparılan şiirin özünün de kabuğunun da şairi doyurmayacağını biliyorum.
Yorumlar
Aslında, yaşamı değil ölümü
Puanlar: -2
‘yukarı’ dedin
Aslında, yaşamı değil ölümü arzulayan şiir ve mezarlıklar güzel bir metafor olmuş. Tabii ölüm yokmuş gibi yaşamak, ölümü ve mezarlıkları kıyılara itmenin kendisi, belki de tam da çağın, sebzeleri ve meyveleri toprağından arındırıp, standartlaştırıp, strech film ile paketleyip satan hipermarket kültürünün ta kendisidir. Mezarlıklar toplumun kıyılarına itildiyse, görsel şiir de toplumun marjinlerini suluyorsa ne güzel..
Bu eleştirilerde hep nükseden 2 şey var: Görsel olanı kategorik olarak "sistemin", bu sıklıkla postmoderniteyle falan da eşitlenerek, temel taşıyıcısı, suç ortağı olarak görmek; ikincisi de, anlamı ve dili sorunsallaştırmayı direk "yozlaşma" olarak görmek.
Dolaşımda olan standart eleştiriler, en azından dil söz konusu olunca, altta yatan dertleri anlamasalar da ve sadece normalliklerin diliyle konuşuyorlarsa da, dille farklı ilişkiler kurulabileceğinin farkındalar. Bu da bir şey. Ama görsel olan söz konusu olunca, şu an bize "normal" gelen görsellikleri algılama tarzlarımızın bile aslında buna uygun öznelliklerin yaratılmasıyla mümkün olduğunu görmezden geliyorlar ve görsel şiirin görsellikle kurduğu farklı ilişkilerin de imkanlarına karşı kör kalıyorlar. Şu an gördüğü gibi gören öznelliklerimizi mutlaklaştırmak kadar sistemle suç ortaklığı olan başka bir şey var mıdır?
kültürel kodlarda
Puanlar: -1
‘yukarı’ dedin
ilericisi, gericisi, aydınlanmacısı, muhafazakarı diye şimdi toptan başlayacağım ama bu insanların kültürel kodlarında "görsel" olan göze ait değil, daha çok başka bir yere aitmiş gibi geliyor bana. görselliği ve ona ait olanı bu kadar bastırmış olmalarını da anlamak mümkün değil.
görsel şiirin imkanları ve imkansızlıkları içinde bunların görsel diye işaretlediği şey arasında bir bağ kuramıyorum ben. o kadar incelikle düşündüklerini falan da sanmıyorum gerçi. ama bir kez daha tekrarlamak gerekiyor; görsel şiirin anladığınız anlamda endüstrileşmiş görsellikle, motive edilmiş gösterge ile düşmanlık ve hasımlıktan öte bir ilişkisi yok arkadaşım!
örneğin resim demiş. resimle ilişkisi falan da yok bir tür olarak görsel şiirin. Sadece ve sadece şiir ile ilişkisi var. bu ilişkiyi kuramayan şairin, derdini ben henüz anlamış değilim. burada teorik bir açmazdan öte, descartes gerisine kadar uzanan bir ilkel hal var. "zihnin gerisinde, hayal gücü vb." marazi kavramlarla, ne bugün, ne de şimdi şiirin içine girebilir. hayret etmekten başka hiç bir şey gelmiyor elimden.
"başka türlü bir görsellik" olmayacağını düşünmeleri ise, o ağlandıkları kapitalizmin zaferidir açıkçası. motive edilmiş ve simge/sembol enerjisine kavuşmuş şeyler dışında hiç bir şeyden anlamıyor bu insanlar anlaşılan. düşünseniz bir kuşak somutluktan form anlamış, ama amorf dediğinde yüzünü buruşturmuş. dikte edilmiş bir görme ve algılama, akıl yürütme dışında gerçekten ne sunabiliyorlar bize? o şeyin yanına o şeyin geleceğini ve buradan da "anlam"ın doğacağını söylemek midir iş?
Descartes'in elinde bir iç (ruh) bir de dış (gövde, beden) vardı, kabul. Ve algılamayı bu ikisi için yeniden ele aldı diyelim. Ama ya sonrası? Görme yetisine ve becerisini bu kadar "sıkı" eğitmek, disipline etmek, başta da dediğim gibi ancak bastırmakla olabilir.
Tebrikler
Puanlar: 0
‘yukarı’ dedin
verili dizge dediğin zaten o gösteren-gösterilen ilişkisinden oluşmuyor mu. Hem bu ilişkinin sorgulanmasına karşı çıkıp hem de verili dizgeyi parçaladığını (evet, son 5 yılın en kiç kavramı) iddia etmek, görsel şiiri postmodern diye etiketleyip, kendi şiirini yapıbozumcu olarak nitelemekte bir tutarsızlık bulmamak (postmodern bağlamında bu kadar eleştiriye maruz kaldığı halde görsel/deneysel şiir yazanlardan hiçbiri ben yapıbozumcu yöntemle şiir yazıyorum dememiştir sanırım) büyük başarı, büyük bir medeni cesaret.
Ya hu, şu postmodern bu postmodern diyenler, avangardist olsa gam yemem ama koskoca bir yüzyılı nasıl atlayıp da konuşuyor bu romantik herifler.
Ayrıca elma benzetmesi her şeyi açıklıyor, fazla söze gerek yok...
Soyulur muydu kabuğu hayatın yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı
(yılmaz erdoğan)
Bunu da unutmamak lazım.
güvendikleri var
Puanlar: 4
‘yukarı’ dedin
şiir'de gördüğümüz bir durum var (aslında bu devletle de bağlantılı). omerta gibi kanunları var bu adamların. değişiklik teklif edilmesi dahi imkansız maddelerimiz var ya, onlar gibi. bu arkadaşların çoğuna bakın,hayatın akışkanlığını, değişmeleri, gelişmeleri katı bir yüz ifadesi ve deterministik bir nas ahlakı ile görürler. herhangi bir şairimizi çevirip sorun, niçe'ci bir eda ile değişmeyecek olanların listesini sunar size. tezat ilginçtir.
bu artık köylülük mü, kentlilik mi, sınıfsal bir anomali mi yoksa yılların getirdiği felç mi bilmiyorum. görsel şiir madem vardı, örneğin, bugüne kadar neden ilgini çekmedi? çekmedi çünkü böyle bir şeyi sorsan, gündeme getirsen, seni ayıplarlardı abilerin. çünkü şiirde abilik, ustalık vardı. yani kurumlaşmış ve kuşaktan kuşağa geçmiş bir cahilleşme, öğrenilmiş (kutlu) bilgisizlik.
şiirleri kendi muhbirleri zaten bu adamların, fazla söze de gerek yok.
Bu tip durumlarda benim de en
Puanlar: -9
‘yukarı’ dedin
Bu tip durumlarda benim de en çok dikkatimi çeken şey, aslında meselenin görsel şiire bizzat bakışla ilgili olmadığı. Yani o alışılmış yolun dışındaki herhangi bir şey de bu kadar yabanıl geliyordur muhtemelen... Ki işte bu okuduğumuz kadarında görüldüğü gibi uzaktan kanaat belirtmek durumu ortaya çıkıyor daha çok. Söyleşinin tamamını okuduğum için bu uzun söyleşide M. Köz'ün görsel dışındaki diğer konulara bakışı da bu tutumun benzer izlerini taşıyor. Mesela bütünüyle bir referans yığınağı yazı. Üşenmesem söyleşinin içinde geçen yazar, şair, filozof, alıntı, dizelerin dökümünü yapacaktım. Ama bu yığınağı biraz seyrelttiğimizde bugüne dair somut söylenmiş pek bir şey de kalmıyor geriye... Yeni toplumcu şair olarak niteliyor bir soruya cevap olarak kendisini mesela M. Köz. Ve bunun 40 kuşağından beslenen, İkinci Yeni'den yol alarak ilerleyen bir toplumcu şiire vardığını söylüyor. O İkinci yeni ki hep neredeyse bireyci olmakla, kendinden önceki kuşağın yapmaya çalıştığı kuleyi ister istemez yıkmakla anılmışken büyük bir çoğunluk tarafından... Bilmiyorum başka temsilcileri de var mıdır... Bir de Liman'ın da belirttiği gibi görsel şiiri postmodernist olarak görüp eleştirmek ve yapıbozuculuktan söz etmek de hepimizin bilgisayar, cep telefonu vb. her türlü teknolojiyi yoğun bir şekilde kullanıp, hatta bunlarla üretip sonra da prensipte karşı çıkılmasına benziyor...