Deney Deney Matitas, Matisse'in gözü tas

Birincil sekmeler

Şiir ortamında en nefret ettiğim insan tipi, ki çalıştığınız yerde, sınıfınızda, trafikte, maçta, otta, bokta, her bir yanda vardır böyleleri, risk almaktan korkan, futbol oynarken ayağına top bekleyen, gelen rakibe dalmayan, orta yapmayan, yapmadığında saçma bir hareket yapıp dışarı vuran, sonra yere tükürüp, kramponunu bağlama ayağına yatan, terlemeyen, yere düşmeyen, iri yarı rakibin boyuna bosuna bakıp çalım yiyen, paso ileride durup, asla kaleye geçmeyen, taç atarken topu göbeğinize doğru fırlatan kişilerdir. Bunlar, maçın da içine ederler, maç yaptığın halı saha için ödediğin paranın da. İmkanınız varsa, şairlerle futbol oynayın. Göreceksiniz, gayet iyi göreceksiniz, bahsettiğim şeyi.

Tam 2000 yılında kendi başıma takıldığımı düşünerek, ama şiir postasından (yahoo, şiir postası) tanıdığım, görüştüğüm birkaç şairin de (Ömer Şişman, Enis Akın) bana yakın düşündüğünü de görerek, bugün deney olarak anılan şeyi, tam da benden beklenmeyen şekilde denemeye başlamıştım. Çok da önemli değildi bu, (kimler neler denememişti ki!) önemsenmesi ama en azından yapmaya çalıştığını anlayanlar vardı. Ortada ortak hareket edilen bir dergi falan yoktu. Sadece Mizan-sonrası, UÇ (neden çıktı, neden kapandı, neden?) dergisi, Ağır Ol Bay Düzyazı, Beyaz Manto vardı. Bugün etrafta şair diye gördüğünüz herkes, bir şeyin peşinde idi. Ama yukarıda bahsettiğim şair tipine uygun adamların, kadınların (yapmayın sadece adamlar değil, kadınlar da korkar risk almaktan, çok puşttur bu şiir ahalisi, bilmezsiniz) lirik, imgeci bir şiire doğru ilerlediğini görüp, türlü türlü işle de olsa (yeraltından labutlar denemesi, yüzey şiir, ofis romanı daha bir sürü boktan iş) hem Nesnevi'nin üzerimde bırakabileceği etkileri def etmek (bakmayın, o dönem bir sürü kötü lirik şiir yazdım, yazmadım değil) için uğraşıp duruyordum. Kaç koldan ilerlediğini bir türlü kestiremediğim kafam, kah tee 1990'larda yaptığım ve hiç kimselere göstermediğim daktilo numaralarını, kötü çizimleri, aşırıya gitmiş denemeleri falan arıyor, bir yandan da, Atlılar'ın modern/neo epik ilgisine doğru kayıyordu. Hiç kimse numara yapmasın, o günleri hatırlıyoruz az çok, bunamadık.

2000 senesinde, , kafamın arkasında bir plan, program falan yoktu. Eğer bu bir delil olacaksa -ki gereksiz ama illa delil diyorsan hacı- diğerleri ile birlikte şimdi birilerinin deney dediği şeyi yapıyor ve şiir ortamında "farklı" olmakla kendimizi gayet de farklı hissediyorduk. Enis Akın -muhtemelen Behçet Necatigil klişesini önüme doğru atmayı seçmese idi, Araf.net deneyiminden bu tarafa doğru gayet sağlıklı bir geçiş yapacaktı. Ama Enis Akın, Güzel Boşluk'a kadar oyalanmayı seçti, Plastik Şiir dedi, Plastik + Şiir'in 1960'ların Japonunun, 1970'lerin Fluxus'unun geliştirilmiş bir dada poetikası olduğunu bile bile belki de (ve bunu Hece'de dedi hatırlamıyorsam). Şamar Şiir dedi. Güzeldi de. Pratiğini de ortaya koymuştur. Beyaz Manto, elden, günden gizlenerek çıkmıştır da.

Her ne ise, dağınık anlatıyorum, anlamaya çalış, takip etmiyordun madem. Şiir Postası arşivlerine bakınız, orada gayet verimli -biraz kırarak, dökerek de olsa- tartışmalar olurdu. Neyi, ne adına tartıştığımızı bilmesem de, şimdi görebiliyorum ki, lirik/imgeci kanat varmış. Planlı, programlı, gayet bilerek çalışmalar yapılmış, ödüller verilmiş, dergiler çıkartılmış, herkes birbirinin sırtını sıvazlamış, gazlar verilmiş, ayarlar, ara vitesler denenmiş. İkinci Yeni'nin gerçekten avangard sayılacak hali, ele güne gösterilmiş mi acaba? Cemal Süreya'nın "folklor şiire düşman" dediği yerden sonra ne varmış? İkinci Yeni'nin en avangard tarafları, ikinci yeniye düşman eleştirmenler tarafından elenmiştir.

2000 yılında eğer böyle bir şiiri yazmışsam, yazabilmişsem, bunun Günümüz Türk Şiiri ile ilişkisini bir gün elbette tarihçiler kuracaktır (kurmasalar da hiç umurumda değil). Ama bu şiiri -ki bir şiir ise bu, bir kez denemediğim açıktır. Çok az kişinin gayreti olmasa, kendi adıma, buna yine de cesaret ederdim, çünkü 2000-2010 arasındaki çizgi ortadadır.

Konuyu dağıtmayalım. Deney değil mi? İş görsel şiire, alfabeye karşı çıkmaya, dizeden tamamen görsel olan göstergeye, kağıt yerine sınırsız ve kaygan/dinamik/sanal mecralara falan geldi beyler, bayanlar. Ütüldünük açıkçası! 10 yıl içinde, oldu, bunlar ve olmaya devam ediyor, edecek de. Ağır Ol Bay Düzyazı'nın sayılarını bulabilirseniz, orada da göreceksiniz. Böyle birden pörtlek şekilde herkes "deney, meney" diye gevelerken, o imgeci/lirik yavşaklığına iki koldan fena giydiriliyordu. Bu iki kanatta da yer aldım (ve imgeci lirik bir şiir kitabı (Nesnevi) da yazmış biri olarak.) Ve salak gibi bir cephe olabileceğini falan da düşünmüyor değildim. Sonuçta Hz.Hubble'ın Rüyaları bal gibi epik bir kitaptı ve Tüğün'de de "eski günler" hırboluğunu bulamazdınız, b0nus da bambaşka bir şey idi, daha çözülebilmiş değil.

Yıl 2010 ve Baki Ayhan T. Varlık'ta 10 print "yağmur($)" 15 fetch(tdk.org.tr?yagmur=anlamlari) 20 print yagmur($) 30 go to 15 diye özetlenebilecek bir şiir yazabiliyor. Bu baskıyı yaratan şey nedir? Baki Ayhan'ın 5 yıldan sonra "deney" merakı mı? Yoksa gerçekten de bahsettiğimiz bu uç noktaların, artık kanıksanması mı? Bir imkan olarak görülmesi mi? Yağmur'un karşısına tüm çağrışımlarını alt alta yazarak şiir üretebileceğini sanmak fikrinin normal gelmesi Soylu Yenilikçi Şiir'in dize yapısının imkanlarından mı kaynaklanıyor, yoksa gerçekten deney, bu kadar mı evcilleşti?

Şimdi söyleyin havanız kime? Başkasına göre hiza almadan şiirini yazan herkesle şiir konuşuruz, anlaşabilir miyiz bilmem, ama hiza aldığınız yerin derinliğinde, sizi ürküten ne var diye sorduğumuzda cevap veremez halde iseniz, sizinle rüzgar paylarımızı ölçüşürüz. Örneğin Enis Batur, sıkılmadan, Yeni isimli bir dergiye destek vermiş, veriyor gibi görünüyor.

Muhtemelen aranızda bir üst otoriteye, anlatıya, gerçekliğe, kurguya, ideolojiye, sahibe bakarak konuşan yüzlercesi var. Adam Sanat dergisinin sağda solda görebileceğiniz eski sayılarında muhtemelen bugün deney diye ortaya dize fırlatan beyitçi kırık-imgecilerin yaptıkların çok daha hakiki şeyler göreceksiniz (ben gördüm, Zinhar'da yazdıydık, nerede bu herifler, ne oldular diye). Örneğin lirik/imgeci şairler, 99'da bir sürü tartışmaya taraf olmaya çalışırken, "incir, mendil, şavk"tan ötesini yazamayacağını kanıtlamamış mıydı? Bunlar, dergilerinde, yıllıklarında hala o kelimelerle yazıyor. Deneyciliğin en kötü tarafı -ki insanları korkutan tarafı, süreksizliğidir, piç bir şeydir denediğiniz şey. Orada kalır. Sizi de bırakır. Ya da ileri fırlatır, varlığını, özünü, hakikatini falan teslim etmez. Tekrar deneyemezsin yaptığın şeyi. Şiirde her yazdığı şiirde, kelime envanterini bozdurup, bozdurup harcayan sözlükçüler bunu anlayamazlar. Çünkü bunlar, esaslı kapitalistlerdir, kelimeyi faize yatırırlar. Kendi hayatlarında taban, ahalinin gönlünde tavan yaptığında da bozdurmaktadırlar. Şiir borsası böyle işlemektedir.

Çizgiyi kesin olarak çektiğimiz yer neresidir? Bu 50 yıllık faz farkları ile, faz farklarının girişim/kırınım yapması ile yanılsamaların en büyüğü haline gelen Şiir Sanatı'nın temsilcilerinin ötesinde olan her yerdir. Dizeli şiir yazıyor, sözlükten kelime bakıyor, metinlerarasıcılık oynarken Büyük Anlatı'nın eteklerinde dolanıyor ve aynı zamanda Yeni'nin kendisine gönderildiğini zannediyorsa, önümüze koyduğu pratikte, Modernitenin verimlerinin neredeyse hasır altı edildiğini görmüyorsa..elbette yollarının kesiştiği yerde buluşup, sağa sola deli dumrulluk yapmaları doğal böylelerinin. Çünkü tasfiye, çok yumuşak bir melektir, Zaman'ı öldürür.

Bir de nedir, tasfiye? Siyasal, indirgeyici, iğrenç bir terim değil mi bu? Tasfiyeye gerek var mı? Varmış olduğumuz noktada, en az 50 yıllık geri kalmanın, Atonal müzik ve sonrasından hiçbir halt anlamamanın o cılız üstüste binmelerinin çığlığından başka toplaşıp kulağımıza gelen ne var şiir sanatı adına? Birbirimizi tasfiye etmeye gayret etmemiz de tuhaf şu andan sonra. Çünkü mikro siyasetler, cemaat işi yapılanmalar, "biz ve onlar" söylemlerinin küçük küçük temsilleri sadece. Bundan ötesini göremeyeceğimizi iddia eden Büyük Siyasa'ların kara kambiyoları. Bir genç şair ya da sanatçı, sorduğu soruların cevaplarını sizin poetika dediğiniz şeylerin içinde bulamıyorsa artık, ortak bir söylemden ya da söylem alanından dem vurmaya ne gerek var? Benim kendimce uyguladığım herkeslere de önerebileceğim tek yol var, herkes kendi küçük baş yayıncılığını kursun, kendi okurunu eğitsin, hatta neden bir okura ihtiyacım var diye sormadan üretsin. Çünkü tanınmak, bilinmek, görünmek gibi ihtiyaçlarınızı gidereceğinizi düşündüğünüz bu ortam ve ülke, siyasaların ve onların müstahkem kadrolarının izin verdiği ölçüde size özgürlük verecektir ve kabul edelim, bu çok da gerçek bir özgürlük değildir. Türkçeye modernizm sonrasını taşıyanların hepsi, Modernite masalını anlatmışlardır. Ve hepsi Zaum'u, Rayonizmi bir kenara attıysa, ortada bir sorun vardır.

Yıllıkların ortaya çıkması, bunların birbirlerinden farklı şeyler neden söyleyemediği sorusunu bize sorduruyor. Bu trajik değil mi? Bu ciddi bir sorundur. Yıllıkçılara getirebileceğimiz en ciddi soru, "seni diğer yıllıktan ayıran şey nedir?" sorusudur. Buna çeşitli cevaplar verilecektir, veriliyor da, ama kimse, hiç bir yıllıkçı, yıllık çıkarmanın verdiği hazzın o gür dalgasını aşarak, bir açıklamada bulunmuyor. 20 küsür milyon potansiyel okur olan yerde, şiirler tekdüze, seçimler sıradan ve bize bir yılda olan biteni anlatan çeşitlilik mumla aranıyor. O kadar lirik/imgeci şair var, ama lirik/imgeci olduğunu söyleyen ve bunu kanıtlayan bir yıllık bulmak imkansız. Yıllık, noterlik işlevini yerine getiriyor çünkü vaad ettiği bu! Orada varsan, şairsin! Ne büyük bir iddia bu ve ne büyük bir sorumluluk! Hesabını veremeyeceğimiz her türlü işin, Şiir ortamında Şiir tarihi adına meşru sayılması kadar gayri-insani bir şey var mıdır? Eleştiri mekanizmalarını tüketenler, bizzat şairlerdir. Sistemi iki yolla bozmuşlardır, bir kere çok/seri üretim, ikincisi eleştirmenin çalışacağı alanı sürekli gürültü, klişe ile doldurmak. Divan şiirinde neden eleştiri yoktu, çünkü Divan şiiri naslarla boğulmuştu.

Şimdi aramızda ManifestoMağdurları, BildiriZedeler, İdeolojikSakarlar, KöyKentKırmaları, AkademikNoterler, ÖzyaşamÖyküsü Tüccarları, Türsüzler, Ortayacılar, Yıllıkçılar, CemalSüreyaYaşasaydıcılar, İkinciYeniyiSiperAlanlar, GeleneğiKapıAlanlar, AranızaGeriDöndümcüler, NeYapsamOlmadıcılar, NedenBenÜnlüDeğilimciler yok mu? Bu başlıklar altında toplayabileceğimiz isimleri sayabiliriz öyle değil mi? Peki okurun, o güzide hayvanın aramızda işi var mı? Yok, çünkü eleştirmen ve onun güttüğü okur da aramızdan defedilmiştir.