DİJİTAL ESTETİK YENİ MEDYA ESTETİĞİ

Birincil sekmeler

DİJİTAL ESTETİK / YENİ MEDYANIN ESTETİĞİ üzerine incelemeler

Teknolojik dönüşümlerle beraber, egemen estetik kuramların yeniden tanımlanmaya başladığı bir dönemdeyiz. Bir yandan yeni sanatsal pratikleri inceleme ve eleştiri ilkelerinin ve yöntemlerinin neler olacağı, öte yandan da bütün bu süreç ve pratiklerin bizi nasıl dönüştürüyor olduğu (ve bizim bu süreçlere hangi yeni ilkelerle müdahil olabileceğimiz) tartışmaları son yıllarda akademinin farklı disiplinlerinde ve farklı bağlam ve ilgilerde epey kafa yorulan konulardan biri oldu, oluyor.

Bu metinlerin parça parça bir derlemesini içeren ve bütün bunların bizler için ne anlama gelebileceklerini tartışmayı amaçlayan bir inceleme dizisi oluşturma amacındayım. Hem başlıktan hem de yukarıdaki ibarelerden anlaşılacağı gibi hem bir yaklaşımlar ve akımlar alanındayız hem de bir durumun anlaşılma çabasının alanında.

Bu yazıda konu edilen çalışmalar, Timothy Allen Jackson’ın, Reading Digital Culture kitabında yayınlanmış [Bir Yeni Mecra Estetiğine Doğru] (2001) ve Sean Cubitt’in, Digital Cultures’da yayınlanmış “” [Vaka Çalışması: Dijital Estetik] (2009) yazıları.

Analog yaşamdan dijital yaşama geçişin ortasında estetik

Jackson’ın yazısı daha çok simüle edilmiş deneyimlerin estetiğine odaklanıyor. Bu deneyimlerin basitçe sanal ve gerçek ikiliği çerçevesinde anlaşılamayacağını, farklı ontolojilere dayansa da simüle edilmiş deneyimin tam da estetik dediğimiz duyular dolayımıyla dünyayı bilme ve anlamlandırma alanının merkezinde olduğunu belirtiyor. Ama yeni mecraların sunduğu estetik konum, konvansiyonel estetik gibi düşünümsel [reflective] değil yansıtmalı [projective], basit ve statik değil kompleks ve dinamik, ürüne değil sürece odaklı ve addan ziyade fiile benzeyen bir konumdur.

Jackson, yeni mecraların sanal olarak değil, hava gibi gerçek ve kolektif yaşantıyı pek çok açıdan etkileyen, malumat ve imajların kodlanmış içeriğiyle gezegenin bedenine ve bizim hayatlarımıza anlam kazıyan ve doğası itibariyle estetik olan dinamik bir ekolojik sistem olarak kavramsallaştırılması gerektiğini öne sürüyor. Yeni medya teknolojilerinin estetik bir ekolojik sistem olarak tanımlanması, sanıldığının aksine (ki “sanı” burada güzel oldu çünkü bu estetiği “sanal” olarak görmek burada önerilen konumun zıddı olan bir konuma götürüyor) bu estetiğin doğası itibariyle politik bir imkan olduğu sonucuna götürüyor. Çünkü bu durumda, estetik yeni bir misyon kazanıyor: Analog yaşamdan dijital hayata geçiş sürecinde yeni medya teknolojilerinin oynadığı rolün eleştirel olarak irdelenmesi ve keşfedilmesi.

Temelde analog olan insan yaşamından dijital yaşama geçiş duyularımızla kurduğumuz dünyayla alışıldık ilişkimizi radikal bir biçimde dönüştürmekte; ikili açık-kapalı (on-off) kodlarına dayalı, keskin sıçrayış, kopuş ve zıtlıklar uzamı olan dijital zaman/mekân, analog zaman/mekânın döngüsel akışını parçalamaktadır. Varlığın dijital kipliklerinin, zaman/mekân’la kurulan önceki ilişkileri ve ona eşlik eden gerçeklik anlayışlarını ve metafizik kavramsallaştırmaları geçersizleştirdiği bu koşullarda, hayatta kalma stratejileri hangi ilkelere dayanacaktır?

1994 yılında, anonim sanatçı ve kuramcıların oluşturduğu , dijital çağda karşılaşılacak bağlamlar ve sorunlara uyum için gerekli toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel hayatta kalma stratejilerinin belirlendiği adında kolektif bir çalışma yayınlamış. Bu çalışma, henüz tam olarak oturmamış elektronik dünyanın bu akışkanlığından yararlanarak, yerleşik olmama halini fırsat bilerek, henüz zaman varken tek silah olarak eleştiri ellerinde kalmadan var olan duruma müdahale etmeyi amaçlamış. Bu yeni estetik konumu da “liquescence” [“” ?] terimiyle adlandırmışlar.

Jackson, bu yazıyı yazdığı dönemde aradan geçen 7 yıl sonunda (ki şu an itibariyle 17 yıl), yeni mecraların ontolojik surecinin hala olmakta olduğunu ve bu tamamlanmamışlık halinde hâlâ egemen bir estetik ve poetik ilkenin kurulmadığı bu dönemde yeni konumlar yaratmanın tam zamanı olduğunu söylüyor. Paul Virilio’nun, Kaybolmanın Estetiği [The Aesthetics of Disappearance] kitabında, bedenden kayboluşu ya da namevcudluğun bilişsel biçimlerini (piknoleptik için hiçbir şeyin vuku bulmadığı ve kayıp zamanın hiç mevcut olmadığı deneyimler) kavramsallaştırmak için kullandığı bu noktada önem kazanıyor. Analojik olana dijital tarafından müdahale edildiği (kullanıcının kendini aktivitede kaybettiği ama hâlâ aktif olarak anlam inşa etmeye devam ettiği) yeni estetik deneyimin kavramsallaştırılması yüzünü ne yöne çevirecektir? Ya da hangi hapı seçecektir?

Jackson, primer dünyanın gerçekliğinden bir kaçışı da içeren bu deneyimin, kendini kaybetme olarak değil ama kendini bulma ve bu deneyimin şimdiki zaman/mekâna bağlantılı kaldığı bir estetiğin daha dönüştürücü olduğunu iddia ediyor. Ve bunun desteğini de Tek Boyutlu İnsan (1964) kitabında, Herbert Marcuse’nin teknolojik bir pratik olarak sanatın dönüştürücü potansiyelini tartıştığı pasajlarda buluyor: Sanat, kurulu aygıtın iş dünyasını ve sefaletini güzelleştirmek yerine, bu iş dünyasını ve sefaletini yıkan bir teknik olabilir. Jackson, Yeni medya teknolojilerine içkin olan yazarlığın parçalanmasının buna imkân sağladığını belirtiyor.

Dijital estetikler ve dijital etik

Sean Cubitt’in yazısı, daha çok var olan literatürü sorgulayan, eski ilkelerle ve yeni yaklaşımlarla hesaplaşmaya girerek, olası farklı konumları sezmeye çalışan bir yazı. Yeni mecralara gösterilen tepkinin (1950’lerde çizgi roman, 1940’larda televizyon, 1920’lerde sinema ve 1890’lardaki gazete ve magazinlere gösterildiği gibi) dijital mecralara karşı da kendini tekrarladığını belirterek, bu uzun tarihi olan heyecan ve korku ikiliğinden öte, hangi yeni soruların ve cevapların bizi beklediğinin tartışılmasına girişiyor. Doğal güzelliğin aşkın ve zaman-dışı boyutları ve duyusal ya da duyusal-duygusal değerlerin incelenmesi olarak başlayan estetik, elektrik devreleri, dijital uydular, yazılım ve işletim sistemleri gibi görülemeyen ve algılanamayan teknolojiye dayalı bir mecrada nasıl formüle edilebilecektir? Dijital estetik, diğer estetik biçimler gibi, araştırdığı mecranın maddi niteliklerine tepki vermek zorundaysa ama bu mecra görülemeyen ve dokunulamayan şeylerde temelleniyorsa hangi yeni ilişki kipliklerinden söz edilebilir?

Bütünün parçaların toplamından daha fazla olduğuna dayanan alışıldık estetik ilke, böyle bir bütünün uçsuz bucaksız dijital alan için mümkün olmadığı günümüzde geçersizleşiyor. 19. yüzyıl romantik organik bütünlük/birlik estetiği ve organizm metaforu dijital alanın kompleks teknolojik altyapısı nedeniyle sürdürülemez. Erken 20. yüzyıl montaj estetiği ilkesi daha uygun bir aday gibi görünse de çok kolay bir şekilde anlamlı bitişikliklerden anlamsız saçmalığa kaydığı için yeterli değildir. Başka bir mimarlık ve tasarımdan miras olan 20. yüzyıl estetiği, "" ["truth to materials"] ilkesi, bir rehber ilke olarak tartışılmıştır ancak bu ilke, çimento, çelik ve camın nasıl kullanılacağını seçmekte yardımcı olsa da, görünmeyen kodların söz konusu olduğu bir mecra için kullanılamaz.

Dijital estetik konusuna kafa yoran yaklaşımlar ise, genellikle üç farklı perspektiften konuya yaklaşmışlar: Yeni mecraların toplumsal dönüşümlerle eklenmesine odaklananlar (ağlar, sanallık, küreselleşme, vs); bilgisayar estetiğini içeriden kavramsallaştırmaya çalışanlar (örneğin Lev Manovich (2002) sayısal temsil, modülerlik, otomasyon, değişkenlik, kod çevrimi [transcoding] gibi boyutları öne çıkarmış); ve simülasyon, hipergerçeklik, gösteri kavramlarını vurgulayan, İmaj ve gerçeğin ayrılması, anlatının salt görsel haz lehine azalması ve imajların gerçeğin yerine ikame edilecek hale gelmesi üzerinden giden yaklaşımlar (örneğin Andrew Darley (1999)). Ama Cubitt’e göre, pek çok tıbbi ve bilimsel imajın (ultrason’dan hubble’a) dijital olarak toplandığı, işlendiği ve yayıldığı bu koşullarda, gerçekle bağlantının koptuğu üzerinden giden formülasyonlar premature’dir.

Yeni ileri sürülen estetik ilkeler bağlamında, Cubitt, Gelernter’in (1998) “daha fazla değil sadece zorunlu olduğu kadar karmaşık olan” formülünü tanımlayan matemetiksel bir kavram olan “elegance” [kelime anlamıyla "zariflik"] ilkesinin, işletim sistemlerinin ve uygulamaların, donanıma gömülü gereksiz işlevler ile battallaştığı ve şiştiği bu dönemde verimli olabileceğini öne sürüyor.

Bütün notaların eşit kullanımını öne çıkaran Arnold Schönberg’in demokrasi ilkesinin ise, yeni mecraların her biri için geçerli tek bir estetik ilkenin mümkün olmadığı (eski sürümler yeni sürümlerden farklıdır; flash animasyonlar bir estetiğe; belirli bir coğrafik alanda mobil teknolojilerin sanatsal kullanımı bütünüyle ayrı bir estetiğe sahiptir; elektro muziğin estetiğiyle klasik bir parçayı kaydeden dijital mühendislerin estetiği farklıdır; bir text mesajının estetiği Pixar animasyonlarından farklıdır, açık kaynak yazılımı diğerlerinden farklıdır, vs) bu koşullarda farklı bağlamlarda önem kazandığını vurguluyor Cubitt. Ve eko-sistemle demokratik diyalog içinde ilgilenilmek zorunda kalınacağı ve sonunda tek bir dijital estetiğin değil, dijital etiğin söz konusu olacağı bir geleceğin yaklaşmakta olduğu kehanetiyle bitiriyor yazısını.

gökçen ertuğrul

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 4

‘yukarı’ dedin

Critical Art Ensemble için bir çeviri hamlesine başlasak mı? Ne dersiniz? Matbu olarak yayınlayacak bir yayıncı bulmaya falan gerek yok. Poetikhars'da da olabilir bu..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 2

‘yukarı’ dedin

yaz ve sıkkınlık ve bıkkınlık galiba bir iklim gibi yayılmış.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -13

‘yukarı’ dedin

Walter Benjamin uzerinden yeni medya ve "okuma devrimi"ni tartışan ilginç bir sunuş: "Modernizm'in tarihi kağıdın tarihinin parçasıdır" diyor