Edebiyat dergiciliği baştan mı yanlış?

Birincil sekmeler

Çok iyi!
122
O kadar iyi değil!
-67

gazetelerimizin, gazeteciliğimizin kaderini paylaşa bir dergiciliğimiz, edebiyat dergiciliğimiz var. İşin içinde olanların pek sesleri çıkmasa da, Türkiye'de 20. yüzyılda başlayan modern dergicilik ve buna bağlı kurumlar, tamamen göçmüş gibi duruyor anlayış olarak.

Tartışmaya açmak istediğim şeyler şunlar:



a) Dergiciliğimizin momentum kaybını oynalıyor musunuz? Eğer evet ise, bu momentum kaybındaki temel etkenler nelerdir?
b) Merkez dergiciliği ve taşra dergiciliği denebilecek iki ayrı türden bahsedebilir miyiz? Bunların hedef kitleleri, satış rakamları ve kendilerine koydukları amaçlar düşünüldüğünde, fiili durum neden o ayrımın ortadan kalktığını göstermektedir?
c) Kurumlaşmış dergilerin içeriği, ülkenin 21 milyon genç nüfusunu edebiyata (roman, şiir, öykü vb.) yeniden ısıtacak durumda mıdır? Bu etkileşimsizliği sağlayan sizce nelerdir?
d) Dergilerin lojistik ve estetik durumları hakkında (dağıtım, mizanpaj, yazar kadrosu, bölümlendirme, abonelik, müşteri hizmetleri vb.) neler söyleyebiliriz? Ne eksik yapılmaktadır?

Ek Okumalar:













Forumlar: 

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 30

‘yukarı’ dedin

a) Evet, bir kayıp var, ancak benim dergi takip etmeye ciddi ciddi başladığım, doksanların başından beri bu kayıptan söz ederler, yazarlarımız, şairlerimiz.

Dergilerimizin, en büyük sorunlarından biri kadro oluştuktan sonra, uzun soluklu bir izlek oluşturmamalarıdır. Bir dergi de görünen bir şairimiz, yazarımız, başka dergi de de görünebilmektedir. Bu sorun değildir, ancak, bir dergi, başka bir biçemi takip ederken, diğer bir dergi aynı biçemi takip etmemektedir. Veya tam tersi bir sorun var, bütün dergiler birbirine benzedi. Çok nadir gençlerin fikirleriyle şekilleniyor. Gençlerimiz için bir okul görevi üstlenen dergilerimiz, maalesef, yeni fikirleri kabul etmekte zorlanabilmektedir. Kemikleşme çok ileri seviyelere gidebilmektedir. c seçeneğinde bununla ilgili bir soru var, ayrıntıları c seçeneğine bırakayım. Ancak bu kayıplar için, şu aşamada fazla bir ameliyat yapılabileceğini düşünmüyorum. Nedeni ise salt bilgi merkezli bir oluşuma dönüşmeleri dergilerimizin, bilgi merkezine dönüşmeyenler ise ucuz popa kurban ediliyor. Bunun en basit örneği, severek okuduğum Milliyet Sanat Dergisi'dir. Bu derginin yeni oluşumunu ilk başta onaylamıştım, sonraki dönemlerde, takip etmekten vazgeçtim, Pop'un da kalitelisi vardır. Belki Karakalem Dergisi'nin (Altay Öktem'in çıkardığı.) "Yeraltı Yazını"nın da yaptığını, Milliyet Sanat'da başka bir istikamette yapabilirdi, şimdilik böyle bir açılım görülmüyor. Ama sözünü ettiğim dergiler gene merkezde şekilleniyor, gençlerin fikirlerine fırsat yok.

Hürriyet Gösteri belki, ileri ki dönemlerde yeni açılım düşünür, belirsiz. Bu dergilerin böyle olanakları var(Milliyet Sanat, Hürriyet Gösteri, Kitap-lık). Sözcükler, Özgür Edebiyat, Varlık zaten zor koşullarda yayımlanıyor. Varlık Dergisi dışında kalan iki derginin, zaten kemikleşmiş bir yapısı var, kadro dergileri, bir açılıma sahip olacaklarını düşünmüyorum. Kitap-lık ise en gösterişli açılıma sahip dergiydi, ancak epeydir, ondan yeni bir açılım görmedim.Yasak Meyve'yi ilk yayımlandığından beri severek okudum. Enver Ercan elindeki imkanlarla, gerçekten, kaliteli bir şiir dergisi çıkarmaya çalışıyor. (Tüh gene benim şiirler yayımlanmayacak, çok eleştirdim.)

b)Yoo, genel anlamda bu ayrımı ben göremiyorum. İçerik farkı belirleyebilir. İşi baştan "sıkı" tutarsa, yayımlayacak yazı bulamaz, "taşra dergileri" gevşek bırakırsa, kalitesi düşüyor, merkez denilen şehirlerd -özellikle İstanbul-, benim anladığım kadarıyla, arkadaşlık ilişkileri çok fazla, hele bir de kadroları var ki, Allah Korusun! Aynı yapıda iki şiir, hikaye, arkadaşlık ilişkilerine kurban ediliyor gibi geliyor bana... Şiiri Özlüyorum Dergisi, birkaç noksanla, gayet kaliteli yazılar yayımlıyor...

c)Eğitim derler ya, kesin onunla ilintili. Çok fazla "teknoloji" ile ilgilenen gençler yetişiyor.Aman yetişsinler de bu yetişme eğlence çerçevesinde. Bir de Okullara daha yeni yeni giriyor,Edip Cansever bile. Hâlâ Orhan Veli... Bir de edebiyat zor geliyor gençlere, okulda öğrendikleri zaten bezdiriyor, saçma uygulamalar. Biraz zor ısınırlar edebiyata, ancak işte, okuldan sonra, belki kaliteli bir yapı sağlanırsa, televizyonlar da çıkan kişilerin şair olmadıkları benimsetilirse, falan filan, şairlerin yazarların yapacağı pek fazla birşey yok!

d)Dağıtım: Bir dağıtım kuruluşu, dünyanın parasını istedi geçenlerde dergilerden, dergiyi çıkaran ne yapsın. O parayı dergiye yatırsa, dünyanın en gösterişli yazın dergisini çıkartır, görsel, kağıt kalitesi açısından. Ben yazı meraklısı olduğumdan, pek mizanpaja önem vermem, yeter ki okumamı zorlaştırmasın. Ancak İmkanlar olsa da en kaliteli kağıda basılsa hoşuma gider. Bu, d seçeneği maddi durumla ilgili gibi geliyor bana, benim açımdan o kadar önemli değil, yeter ki kaliteli şiirler, yazılar olsun. Yazar kadrolaşmasına birazcık değindim.

Dostlukla...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 27

‘yukarı’ dedin

a) dünyanın kendi etrafında attığı turların neticesinde edebiyat hayatın dışında kaldı, hayat edebiyata afili bir çalım attı. temel etken bu. edebiyat kahyaları, kendilerini 'ağa', 'bey' ya da doğrudan 'ağabey' ilan edenler, kafalarına göre bir komik ve acıklı karikatür çizip 'edebiyat bu', 'dergi de bu' dediler. öğretmenlerinin bile bir şey anlamadığı saçma sapan edebiyat müfredatlarını da buna ekleyince algılardaki edebiyatın ne olduğu herkesin malumu? edebiyatla ilgilendiğimi, bu işle uğraştığımı bilmeyenlere asla bunu söylemem, utanırım da. utanıcalak bir şeydir çünkü. çünkü yok bir kıymet-i harbiyesi. laf ü güzaf. boş iş. haysiyeti kalmadı bu işin. herkes şair. herkesin hayatı roman. momentumdan ziyade bu haysiyet kaybı bence aslolan. yani şimdi -hani en gözönünde diye söylüyorum- orhan pamuk siyasi-güncel konular bir kaç laf etse, kim takar ki? (komik gibi durdu bu cümlem, hepinizin aklına ermeniler ve kürtler konusundaki sözleri geldi nobelist yazarımızın, biliyorum ama. hazret bu sözleriyle neyi değiştirdi, nasıl bir açılım getirdi konuya? popülist bir iki saçma motto değil midir dillendirdikleri? oturup bir makale yazabildi mi konu hakkında? kasttediğim bu. eskiden yazar-şair daha hayata müdahil, daha bir mevzunun içinde, derininde ve olaya hakim benim okuduğum, bildiğim. şimdi öyle değil. cılız, işe yaramaz bir karakter çiziyor yazarlar, şairler ve edebiyatımız. istisnalar var elbet. onları görüp bu işe bulaşmadık mı zaten? dergiler de bu genel vaziyetten nasibini aldı. ek olarak tv, bilgisayar filan da işin içine girince, basılana rağbet azaldı. bu konuda son olarak şunu da söylemek isterim. hani hırsızın hiç mi suçu yok demiş ya nasreddin hoca, işte o hesap, hadi tamam rağbet azaldı, şu oldu bu oldu, dergilerin hali bu ama dergicilerin, dergilerin hiç mi suçu yok? milyonlar satmasın bir dergi de, bir kaç bin sağlam okuru olsun. hangi dergide var bu? okur dediklerin dalkavuklardan başka bir şey değil. iki sayı sonra kendi yazdığı şiiri yollayacak da dergiye ondan yakın olmak istiyor. hatta artık bu türlüsü dergiyi de okumayıp doğrudan iletişim adresinden yağdırıyor şaheserlerini. komik. okur nerde? öldü. katil kim? bence uşak değil.

b) zannetmiyorum. bahsedemeyiz. taşrayı merkezi geçtim kaç dergi var ki amaçlarını bilerek yola çıkan yahut yayın yapan ayrım olsun, sonra da o ayrım ortadan kalksın. istanbul'da çıkanları merkez, diğerlerini taşra sayıyorsak, diğerleri istanbul'da çıkanların birer kopyası oluyorsa, nerede ayrım? bence yok. göremiyorum.

c) genç nüfus kitap okuyor, film izliyor, dergi takip ediyor, müzik dinliyor. ama neden edebiyat dergilerini takip etmiyor değil mi? ben görüyorum uykusuz okuyorlar. çünkü umut sarıkaya o edebiyat dergilerindeki öykülerden çok daha iyisini, samimisini yazıyor. yıllarca leman'da nihat genç öykülerini tercih ettiler. çünkü daha gerçekti. bu okur, basit okur mu? bu okur ibrahim sadri okuru mu? tam da burada baltayı taşa vurdu bence edebiyat guruları. ben bu okurun dostoyevski okuru olduğuna, gerçek edebiyat okuru olduğuna inanıyorum. bu da garip bir laf oldu, gerçek edebiyat okuru demek ama bir ayrım koymak için gerekli. yani illa dayatmaları seçmesi gerekmiyor. diyor ki sen istediğin kadar edebiyat ödülleri koy, ödüller ver, naparsan yap, ben bildiğim okurum, giderim mizah dergilerindekileri okurum. bunu iyi analiz etmek gerek. genç nüfus okumuyor etmiyor demek yine çuvaldızı başkasına batırmaktan başka bir şey değil. 21 milyonda bir kaç bin okuru yoksa bir edebiyat dergisinin topyekün okuru ya da gençleri suçlamak çok komik.

d) dağıtım işi kitapçıda bitiyor. dergiciliğe bulaşınca bunu daha iyi anladım. meşakkatli bir iş. ortaklık dayanışma yok. geçenki olayları hepimiz biliyoruz, bağımsız dergiciler falan filan çözecekti dağıtım olayını, bir şey çıkmadı sanırım, çıkmaz da. herkes birbirinin kuyusunu kazıyor, dergisini mi dağıtacak? öte yandan büyük dağıtımcılar da haklı tabii. para kazanacaklar. 300-500 dergiyi ne diye dağıtsınlar? onlarla neden uğraşsınlar? hem dağıtılınca n'olucak onu da merak ediyorum. yani binlerce satıyordu dergiler de, okur kitapçıda dergiyi mi bulamıyor? abone olsun o zaman. en çok abonesi olan varlık mı? ne kadar ki abone sayısı? tahmin edebiliriz. estetik mevzuunun da genel anlamda sallandığını zannetmiyorum. berbat dergiler. okura böylesi dergiler sunmak, özellikle amatör dergilerin yaptığı, küfretmek gibi bir şey. illa masraf da gerekmiyor estetik bir şey için. ama sanırım biraz deneyim biraz da işe değer vermek var işin sırrında. klişeler aşılmış değil. edebiyat dergisi fonda bir renk üzerine yazarların ismini yazıp üst köşeye de logoyu kondurmak değil. kapağa bir kız resmi koymak da değil aslında ama bizim hariçten gazel'e tonla laf ettiler, bu nasıl edebiyat dergisi diye? ha bence de öyle, ama en azından klişe değil. biz de makarasını yaptık zaten kendi aramızda, bu sayı dekarosyon dergisi gibi oldu, bu sayı erkek dergisi gibi oldu gibi...

hasılı klişeleri aşmaktan geçer yol diye düşünmekteyim. bir de saatlerimizi 2009'a ayarlasak fena olmayacak.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 41

‘yukarı’ dedin

Aslında gelen iki cevabın da ortak yanları var. Bunları özetlemek gerekirse, bunlar hep "yayıncı" veya "şair, öykücü" gözü ile dergiye bakmaktan kaynaklanıyor.

Bir dergiyi gözünüze yazar olarak kestirmişseniz, dergiye bakışınız farklı, bir dergiyi sürekli almaya karar verecekseniz, elbette görüşünüz farklı olacaktır.

Varlık dergisini elinize aldığınızda, bir dosya konusu olacağını, en az 5 kitap tanıtılacağını, güncel konularda haberler olacağını, kim, nerede, nasıl ödül/yarışma düzenliyor, size haber verlieceğini, hangi yazarların yazmış olabileceğini vb. bilebilirsiniz. Buna, "kurumsal dergicilik" de denebilir, ama genel olarak dergilicik de zaten böyle birşeydir.

Fakat, bizim edebiyat dergisi olarak kabaca gördüğümüz şey, Varlık'ın sürekliliğinin kanıtlarına rağmen, bambaşka ve saçma sapan şekillerde tezahür ediyor.

Bir kere dergilerimiz baştan savmalar, bölümlendirmeleri yok, bir indeksleri yok, bir konuları olsa bile bir süreklilikleri yok. Ortalama bir dergi, dergi sahibi o ay kime, neye kızmışsa, okuru da buna alet etmek için yazılmış yazılarla dolu. Böyle bir dergiyi satın alacak okurun, bizim gibi düşünme eğilimi içinde olduğundan o kadar eminiz ki, dönüp yazılara bile bakmıyoruz.

Oysa okur, o dergiye para veriyor, okumak için zaman harcıyor ve hiç dünyasında olmayan, nereden geldiği belli olmayan ve kafasındaki "edebiyat/şiir" tanımının çok çok dışında şeylerle karşılaşıyor. Dergilerin çoğu, sadece şairler tarafından okunuyor ve dikkat edin içerikleri de o minvalde. Sıradan bir okurun, böyle bir it dalaşına, ikinci sayıda neden devam edip edemeyeceğini kimse merak etmiyor o yüzden, çünkü okur "akbabalıktan" "köpekliğe" doğru çoktan gitmiş gözümüzde.

Bence dergilere, okurun nasıl baktığını araştırmamız gerekiyor. 20 Milyon genç nufusa toplamda 10.000 dergi satamıyorsak, okutamıyorsak, bunda bir tuhaflık yok mu?

Bu ülkede dergi çıkartan insanların çoğu dergici değil, hayatlarında Newsweek bile okuduklarını, mizanpajına, boşluk kullanmalarına vb. baktığını, dikkat ettiğini de sanmıyorum. Ha, avangard bir iş peşinde iseniz, elbette derdiniz başka olacaktır, ama birbirimizi kandırmayalım, bu dergilerin çoğu Merkez olmaya, ego şişirmeye çıkıyor.

Hala Times New Roman karakteri ile dergi çıkarabilmek için, kişinin sadelik, grafik tasarım ve boşluklar, renkler konusunda baya bir deha sahibi olması gerekiyor, örneğin. Ama ısrarla, bu dergileri gözümüze sokan insanlar da yok değil.

Bence okur, gerçek okur, hepimizi cezalandırıyor, o dergileri satın almayarak. Dağıtımcı da satılan üzerinden %50 alarak devam ettiriyor bunu.

Ürün dergisi gibi bir şey var dikkat ederseniz aslında ortada. Bir de Kitap ekleri var. Kitap ekleri, gazete/okur gibi şeylere dikkat ettiklerinden popüler olan ile karışsa da çoğu kez edebiyat dergisi kıvamında dergiler. Yazarlar, konular, köşeler belli. İçinde eğlence namına şeyler var.

Ama bizim kendi aramızda Ankara dergisi tabir ettiğimiz kalın, akademik, resimsiz, renksiz dergiler de var.

Etrafta enformasyon gırla giderken, hala Edip Cansever yazısı, hem de klişelerle dolu bir yazı, "imge şiir kadın erotizm" şeyli dosyalar yapmak okura aptal muamelesi çekmekten başka birşey değildir, bana göre.

O minvalde, ülkede Servet-i Fünun sığlığı ile "Yücel" filan gibi adı bile adamı korkutan ciddiyette dergilerin arasında edebiyat da, şiir de ölüp gidiyor.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 17

‘yukarı’ dedin

dergilere yazı göndermeye yeltenmemiş ve buna niyeti olmayan bir okur olarak bu konuda ne düşünüyorum: dergilerin içerik olarak, biçim olarak okuyucuya cazip gelmediğini ve insanların neden dergi çıkarma meraklısı olduğunu merak ediyorum aslında. 15 milyondan fazla nüfusu olan bi şehirde sadece kadıköy'de neredeyse tek bi kitapçıda satılan bir derginin peşine neden düşeyim ki. dergiler okur için çıkmıyo. yeni bir fikir, tartışma, açılım getiren ufkumuzu açan konular ve yazılar bulunmuyo içerikte. yayınlanan şiirlerin yüzde doksanının posta gazetesinin yurdumun şairleri köşesinde yayınlanan şiirlerden farkı yok. tamam anladım herkes şair, herkesin söyleyecek ne çok lafı var ama okurun bu tacize katlanmasını beklemeyin. fanzinlere bakıyorum onların da dergilerden farkı yok. herkes kendini çok ciddiye alıyor. ve bu kadar ciddiyet, ben de gayri ciddi olma isteği uyandırıyor. son dönemde beni heyecanlandıran tek oluşum mahfil olmuştu. bunu ciddiye almıştım. dağıtım sorununu gözardı edip peşine düşmüştüm. ama olmayınca olmuyor işte. heves'i alıyorum. ocak sayısını da edindim. birkaç tane iyi şiir okudum. bi sonraki sayıda hiç şiir yayınlamasınlar mesela, ne yazacaklarını merak ediyorum. dergileri bulamıyosan abone ol o zaman diyenlerin sesini duyuyorum tabi. iki ay çıkıp üçüncü ay ortada olup olmayacağı belli olmayan bu güveni okuyucusuna veremeyen bi dergiye neden abone olayım. neyse işte ben iyi bi okur değilim zaten. motoron dergisi daha renkli ve eğlenceli üstelik her yerde bulabiliyorum.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 30

‘yukarı’ dedin

c- Isıtacak durumdadır. Dosya isimlerindeki (1) günlük yaşam açısından görece tehditkâr terimlerin ve şahıs adlarının ördüğü güvenlik(?) duvarını rastlantısal olarak ya da "bi şekilde" aşmayı başarıp "çünkü kadınlar kalpleriyle görür" gibi dizelerle devam eden şiirleri yasakmeyve'de "Uyanınca çünkü yazılmalı düşler" gibi dizelerle biten şiirleri Varlık'ta okuyan genç insanın, bir edebiyat türü olarak şiire ısınmaması için hiçbir sebep yoktur "çünkü". Ve bu sıcak ilişki, enerjinin korunumu gereği başka birilerini de şiirden/miirden soğumaya terk edecektir, etmektedir.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 34

‘yukarı’ dedin

Evet, edebiyat dergiciliğinde de momentum kaybı var. Her şeyde olduğu küçük Amerika olmak dergiciliği de etkiledi. Nasıl herkesin kendi arabası, cep telefonu vs. varsa kendi dergisi de oldu. Birlik beraberlik yerini tekilliğe bıraktı. Ekran karşılarında yalnız hayatlar bölüşüldü. Dergicilik de bu bireyci yaklaşımlardan nasibini aldı elbette.

Bir de statükoculuk var. Yeni kalemler; tipik ama elbette kimi zaman yerinde kimi zaman yersiz eleştirilerle motivasyonunu kaybetti. Kurumlaşmış dergilerdeki söz sahipleri idol cazibelerini kaybetti ve kendini tekrarlayan söylemlere saplandı. Kuşağı ve yeni alışkanlıkları çok da iyi takip edemedi. Böylece yeni kuşak hem dergi okuma hem de dergilere çalışma gönderme konusunda depresif oldular. İnatçı ve gelişimci olmak yerine “yaptım oldu’culuk” hâkim olduğu için, eleştirilere kulak kapattılar. Kimi zaman eleştiriler de koftu ya da özendirici olamadı. Zaten zayıf olan okuma alışkanlıkları, yazma konusunda da tembelliğe sürükledi yeni kuşağı. Internet de herkesin az da olsa sesini duyurabilme lüksüne iyi bir yanıt oldu ve ortaya bir gürültü kirliği çıktı. Çağımızın derdi; anlamak yerine anlatmak olduğu için her birey kendini fazlaca emek harcamadan bütün tüketim kolaylığı anlayışıyla anlatmaya girişti. Elbette artık sesler de bireyselleşince yerel dergicilik, tıpkı yerel TV kanalları gibi az da olsa ivme kazandı. Ama merkez dergileri de gerek biçim gerekse biçemleri ile çağın verileri ve kuşağın beklentilerine çok da özgün üretimler yapamıyor. Kapitalizmin gelir vaat etmeyen bir tür olan edebiyat dergiciliği ile ilgilenmemesi, kısaca yatırımın olmayışı da dergilerin kaderini etkiledi. Oysa boyalı basın oldukça revaçta. Edebiyat dergiciliği de diğer birçok yayın türü gibi paraya ihtiyaç duyan bir kurumdur. Yazar telifleri, tasarım, baskı, dağıtım vb. maliyetler de girişimcilerin belini büküyor. Böylece düşük maliyetlerle bir iki reklâm sponsoruyla ne kadar olabiliyorsa o kadar oluyor.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 30

‘yukarı’ dedin

"Her şeyde olduğu küçük Amerika olmak dergiciliği de etkiledi." demiş Papyon. Ben "küçük amerika olmanın" karşılığını hep, devasa alışveriş merkezleri, gelişmiek için sürekli tüketim, nostalji kumkumalığı vb. gibi aslında etrafımızda çok gördüğümüz şeylerde ararım. Dergiciliğin, her ne kadar çamur kıvamında dergiler çıksa da, geldiği yer, merkezilik değil en azınndan.

Türkiye'de anlayan anlamayan mesela postmodernizm kavramına ait fikir söyler. Oysa postmodernizmin, modernizm sonrası dünyada, en güzel yanlarından biri herkesin kendi fikrini söyleyebilmesidir. O zaman, bugün dergi çıkaran kişilerin çelişkisi biraz da burada yatmaktadır. Kendi fikrini söylemesi gereken yerde, başkalarının fikirlerine angaje olmayı seçmekte, böylelikle de eline geçen imkanları heba etmektedir.

Bugün dergi çıkaran kişilerin, edebiyat adına yapabilecekleri en güzel şey, kendi yerellerinde sezdikleri tuhaflıkları edebiyatın büyük anlatısına ve tarihine fazla bakmadan aktarmak olur. Hepimiz büyük anlatılarla kafayı yemişiz. Örneğin İkinci Yeni'nin neredeyse ulusal avangard şiir dini haline gelmesi, böyle açıklanabilir. Oysa İkinci Yeni tam da bu toptancı fikirlerle çatıştığı için avangard idi.

Bence tek bir dergi olacağına (tekbir dergi) trilyonlarca dergi olsun, akılsızlar da dergi çıkarsın, yeteneksizler de, deliler de. Biz, bu dergilerin merkezi bir anlatı adına çıkarılmadığını, kimsenin derdinin Türk Şiiri'ni kurtarmak olmadığını filan anladığımızda, gerçekten çok daha güzel olacak.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 45

‘yukarı’ dedin

Serkan'ın saptamalarında haklılık payı var. Ama ben küçük Amerika derken onun da dikkat çektiği tüketim alışkanlıklarının edebiyat ve dergiciliğe de yansıdığını söylemek istedim. Postmodern; "ne yapıldığından çok nasıl yapıldığını" merak eden magazin anlayışıyla davranan edebiyat okurluğundan söz ediyordum. Merkez dergiciliği değil evet ama merkeziyetçi zihniyet hakim. Bireysel girişimler bence de hak ve özgürlükler, ifade zenginliği açısından harika. Ama gürültü de buradan çıkıyor bazen. Birlik beraberlik derken merkezci değil; yakın ya da aynı ya da zıt bile düşünseler insanların bir araya gelip güç birliği ve etki yaratabilmesinden bahsediyorum. Etki de öyle devrim etikisi falan değil. Büyük değil güzel anlatılardır tercihim. Nitelikli bir nicelik hevesi hepsi budur. Niteliği denetlemek gibi faşistik bir niyetim de yok elbette. Tek bir sesten değil ama. Bir çok sesin uyumlu tınlaması, armoni özlemi benimki. Her şeyi birey olarak yaşamaktan sıkıldım. Üretimde kollektivite olsa "başarı?" daha etkili olurdu. Dergi sahibinin ya da yöneticisinin fikirlerine angaje olmaktan değil iş bölüşümünden çıkacak faydaları hatırlatmak istemiştim. Bir deli yerine bir kaç deli daha iyi değil mi? Türk şiirini kurtarmak gibi bir önerme aklıma hiç gelmedi. Günümüz imkanları şu antartıştığımız platform gibi; çok sesli ve beraberlikten doğan heyecan hala cazibesini koruyor benim için. Tam da burada bir iş bölü var işte. Serkan bir web sitesi kuruyor, bir soru soruyor, tartışıyoruz bakın. Toplumculuk falan değil söz ettiğim lütfen yanlış anlamayın, diyalektik...Paylaşım

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 35

‘yukarı’ dedin

yaklaşık yirmi yıldır bu işlerin içinde biri olarak edebiyat dergilerinin sayısının hiç te yabana atılacak sayıda olduğunu düşünmüyorum 300-500 adete ulaşmış olabilir sayısı..nerdeyse her ilde bir dergi çıktığını düşünüyorum şimdi.ilk başladığımda bu işlere oturup saymıştım 200-250 arasındaydı.o zamanlar büyük alışveriş merkezleri yoktu henüz avm lerde büyük kitapçılar oluşmamıştı.bunları anadolu için söylesem de sanırım istanbul içinde geçerlidir.büyük kitapçılar olmayınca dergi reyonu da birkaç edebiyat dergisi düşünce dergisi yemek dergisi şeklinde idi.şimdiki reyonlarda 1001 çeşit dergi var bilgisayar dergisinin çeşitlerinden otomobil dergisinin çeşitlerine kadar...her alanda okuyucu cezbeden dergiler var.hatırlarım fanzinleri bile gazetecilerde bulurduk.şimdi fanzinleri kitapçılarda bile bulamıyorruz.

şimdi nüfusa göre azalan okuyucusunu bulmaya çalışıyor şiir.evet trilyonlarca dergi olabilir ama şiir okuyucusu cazibesini yitirdi.artık edebiyat bir umut gibi algılanmıyor.bunun da en büyük nedeni kentin insanı kimsesizleştirip daha dar alan etkinliklere yöneltmesi bir nevi bu kalabalıkta kendi küçük dünyasını koruma peşinde insan.şair de bundan payını alıyor. bunun aynı zamanda bir geçiş dönemi olduğunu da hissediyorum.bir yenilgiden şairlerde payını aldı sanırım veya almaya devam ediyorlar...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 50

‘yukarı’ dedin

farklı ve nesnel gerekçeler sunma gibi bir iddiam ve kaygım olmamakla birlikte, benim açımdan türkiyede edebiyat dergiciliği yada edebi gericilik ve egotavandergi sahiplerinin iktidar hırslarını kanalize ettikleri basılan şeyler:

a) niteliksiz iş, okunacak şey bulunamaması ve aşağıda değinildiği gibi sürüsüne bereket "yurdum şairleri köşesi"

b) bakınca kalıplar görüyorum yapılmış işlerde, kalıp gördüğüm her yerde arkamı dönüp kaçıyorum. ki bu birinci maddeye dahil edilebilir.

c) genç ve amatör yazar/şairleri sömürmek için uzatılmış sivrisinek ağızlar: ve zaten yukarıdaki iki maddeden yakalarını kurtaramayan genç ve amatörler.

ç) dergi ve dergicilikle alakam sorgulanabilir. sorgulayabilirim. yeni oluşan birkaç dergide var gibiydim yada böyle bir ihtimal üzerine seviniyordum. birinde yazıma benden habersiz müdahale edildi, başlık ve içerik değiştirildi. basılı "şeyi" elime aldıktan sonra, tüyap'ın ortasında yıkılayazdım. mazeretleri, ki beni hala güldürür, keşke mazeret sunmasalardı. bir diğerinde bir şaire genç yazarları toplama görevi verildi, bir öykü gastesinin içindeki bir ek için. herşey hazırken, haberleri bekliyorken beğenilmedik ve başka kadrolar oluşturuldu. yine niteliksiz işler. değişmese bile nitelik konusunda bir şüphem yoktu. birde dil projesi olma iddiasıyla ortaya çıkan başka bir oluşum vardı, oraya da atladım. birkaç sayı internet üzerinden yayınlanacaktı, sonra basılı hale gelecekti. basılı hale gelemeden dağılmış olmaları lazım. ilk sayıda vardım, ikincisinde kazara olamadım. diğerlerinde olmak istemedim. ortada proje falan yoktu. ahkam vardı, yine ego vardı. başka amaçlar vardı. bunların hiçbiri takip etmek isteyeceğim şeyler değildi. ara sıra mephisto'da dergi reyonunu kurcalıyorum. daha bir kez bile elimde dergiyle çıkamadım.

e) ben zaten şiir üstüne yazı yazılmasını anlamıyorum ve sevmiyorum ve okumuyorum. dergilerde bunlardan geçilmiyor. iyi kötü birşeyler yapmış adamların işlerine bunları iyi kötü yapan veya yapamayan adamlar burnunu sokuyor gibi, yada falancanın şiirinden ne anlamamız gerektiği öğretiliyor, kullandığı yöntem sokuluyor gözümüze. türkiyede bu tür yazıları sevip, takip etmek isteyecek genç kitlesinin yüzdesi nedir acaba? zaten okumuyoruz klişesine dalmıyorum, ama okuyan adama da birşey sunulmuyor. bu dergiler kimler için çıkıyor ve bu inadı nasıl sürdürüyorlar? yılmayan edebiyat neferi benzeri sıfatlarla yeni sayı için yapmadıkları fedakarlık kalmıyor ama yaptığı şeye bakmıyorlar mı? neden kötü işlerin yuvası haline geliyor bunca emek? bunu kime sormam gerekiyor? zira karşımda yaptığı işe inanan adamlar var. "he benim canım" diyip okşanmaz ki koskoca adamın sırtı.

f) kendi adıma artık bir dergiden çok bir fanzinde yer kaplamak daha bir okşar hissiyatımı. ama fanzinlerde yukarıdaki maddelerden bağımsız değiller. hatta bazılarında kötü ve klişe edebiyat ve kalıplar amaç haline getiriliyor. hiç olmamaları gereken biçimde, gayet ciddi takılıyor bu adamlar. ne diyeceğimi bilemiyorum.

g) kalıplardan, klişelerden, arşa değmiş egodan ve ahkamdan kurtulmalı edebiyat dergiciliği. bu ciddiyet örtüsünü biraz kaldırıp ne yaptıklarına bakmalı bu insanlar.

ben hala fikir belirtip belirtmeme konusunda kararsızım. zira doğma büyüme blogcuyum, kendi kendime saçmalarken bu saçmalıkların içinde buldum kendimi. ve yine en iyisinin kendi kendine saçmalamak olduğunu gördüm.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 42

‘yukarı’ dedin

Bütün bu cevapları, sanıyorum, "bize özgü nedenlerden dolayı" diye bağlamadan edemiyor insan.

Bir yandan örneğin postmodernizme bok atacaksın, bir yandan da hiç bir gerekçe göstermeden ortaya sallama özgürlüğünü de sonuna kadar kullanacaksın?

Halbuki, bir anlatıdan bağımsız, bir kurallar ve kategoriler zincirinden münezzeh bir eleştiri pratiği var diyebilenler postmodernler oldu. Örneğin bugün dergilerimizdeki bu başıbozukluk, bu faşizan eğilimler, bu ne idüğü belli olmayan argümanlandırmalar filan ancak postmodernin elinde parodi ya da şaka olarak bir kenara koyulabilir.

Ciddiye alma konusu, ikiyüzlülüğün bambaşka bir haline dönüveriyor bir noktadan sonra. "Kendinizi bu kadar ciddiye almayan" diyen de var, ama bunu kendisine uygulayabilmek o kadar da kolay değil.

Dergiler, peşinen söyleyeyim, gazetelerde olan ne ise, ona hizmet etmeye başladılar. Yani bu ülkeninin yazılı kültür araçları ile olan ilişkisi, her mecrada kendisini birbirine benzer şekillerde ifade ediyor.

Her derginin kendine göre bir Hürriyetleşmesi mevcut, her dergide bazı "Yılmaz Özdiller, Özdemir İnceler, bazı Ahmet Hakan Coşkunlar", pis tetikçiler filan mevcut.

Yeni şiir yazmaya başlayacak birinin, İttihat Terakki yeminleri filan etmek zorunda kalacağı kadar da sıkı dergiler de var, hiç bir gerekçe göstermeden yazabileceğiniz ve iki sayı sonra unutulabileceğiniz dergiler de var.

Örneğin bu kadar editör yoksunu, bu kadar tashih fakiri, bu kadar küfür ebesi dergi, tarihin başka hiç bir zamanında önümüze gelmemiştir. Yazı ya da şiir, dergilerin namusu değil zamanımızda, namussuzluğu.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 27

‘yukarı’ dedin

Serkan'dan ve bu tartışma konusuna kafa yoran bütün arkadaşlardan aşağıda aynen alıntılayacağım üç pasajı "Edebiyat dergiciliği baştan mı yanlış?" izleğinde yorumlamalarını rica edeceğim.

Alıntı 1

1933'ten beri yayımlanan bir dergi Varlık. Totemlerden biri. Sayı: 1216. 1 Ocak 2009. Köşe Adı:Anlar/Zamanlar "Kitabın Ölümü Kapıda" başlıklı H.Bülent Kahraman yazısı. Sayfa 39/ Sütun 3. ".......Yemek düzeni ve düzeyi itiraf edeyim ki beklentimin de, bu tür düzenlemelerdeki ortalamanın üstündeydi. Belki bazı deneme yazarlarımız gene yedikleri tatlıların resmini çekip Varlık'ta yayımlar, kendilerine gayet yukarıdan bakan, büyük edip duyarlılıpı yükleyen 'deneme'leri ekinde. Ah bizim edebiyat dünyamız,kültürü,görgüsü ve dünya bilgisi kıt yazarlarımız!" H.Bülent Kahraman

Alıntı 2

Sayfa 41/ Sütun 1. ".......Yemekten sonra otele döndüm.Vakit daha erkendi. Ben de bir Alman birası içmek istiyordum. Odama eşyalarımı bıraktıktan sonra lobiye indim. Kıyıda oturan bir kadın vardı. Yaşlıcaydı. Fazla 'jestüel' bir selam verince anlayıp yanına gittim, birkaç nezaket cümlesi ve fiyat:250 Euro. Çok pahalı vs dememek için, olmayacak bir fiyat teklif edince beni reddetti, zaten olacak şey değildi. İspanyol'muş. Sonra karşısında bir yere oturup defterimi çıkardım. O sırada yanına gelip gidenler oluyordu. Biraz sonra masama bir Türk şairle yayıncı geldi. Göz ucuyla baktım, gayrımüslim bir hikayecimiz hiç uzatmadı pazarlığı ve kendisi önde kadın arkada yürüdüler. Ne diyeyim, gecenin sonunda edebiyatın yaşantı tarihine tanıklık mı?" H.Bülent Kahraman

Alıntı 3

Aynı dergi Köşe: Not Defteri Yazar: Hüseyin Yurttaş. Sayfa: 80. "Frankfurt'ta öğrendiğim önemli şeylerden biri Almanların nerdeyse su içmediğiydi. Su istiyorsunuz, maden duyu ya da sodası, her neyse işte, ondan dayıyorlar gaganıza! İçme suyunu bulmak için bir servis bizi epey dolaştırıp bir markete götürdü de, öylece susuzluktan kurtulduk. O su da yavan mı yavan! Sanki çaydan doldurulmuş. Vecdi Çıracıoğlu'yla çok güldüğümüz bir eksiklik de tuvaletlerde taharet musluğunun bulunmamasıydı. Vecdi,"Kağıt bir yanda, su ta öbür yanda; aerobik yapar gibi o ne öyle? diyordu; gülüyorduk. Hüseyin Yurttaş

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 40

‘yukarı’ dedin

Semih Gümüş geçen hafta 'ta bu konuda bir yazı yazdı -muhtemelen haftaya da devam edecek. Özetle;

"Dergicilik hâlâ gönüllü, cepten para harcayarak yapılan, kurumsal bir yapıya kavuşturulması düşünülmeyen bir yayıncılık alanı. Çekiciliği tartışılmaz, ama sonu hemen hep hüzün... Oysa edebiyatımızın yeni arayış yolları ve cüret edeceği yenilikler nasıl ana akımından kopuşla gerçekleşmek zorundaysa, edebiyat dergiciliğinin de yenilikçi biçimleri bulunmak zorundadır... "

denmiş..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 37

‘yukarı’ dedin

Bu yazıyı okumuştum dergide (radikal kitap'ta diyeyim).. Şu gazete dergileri hep biraz eğreti gelmiştir bana..Ama hızlı bir akışı da var sanki bu dergilerin yine de şöyle hacimli bir yazı için çok uygun olmadıklarında birleşiyorlar bu dergilere yazı yollayan arkadaşlarımdan bir çoğu..

Amatör dergiciliğin karakteri haline geldi derginin kısa ömürlülüğü.. Bu aslında iyi de bir şey, hem dergileri kendi tavırlarında tutarlı kılıyor hem de dergiyi çıkaranların kendilerini yenilemelerine olanak tanıyor bu kısa ömürlülük.. o yüzden hiç de hep hüzün denecek bir konumda değil bence bu durum.. Belki okuyucu ilk bakışta böyle bir duygusal tepki verebilir; oysa, dergi takipçisi sevinmeli ve ardından gelecek yeni filizlenmeleri, çatırtıları ve patırtıları beklemeli umutla.. yenilikçilik demiş ya Gümüş işte o yenilikçiliğin ortaya çıkabilmesini bu geçicilik sağlama alıyor sanki.

Bazı amatör dergilerin amatörlüklerinden sıyrıldıklarında tavırlarından kopuşları ile bazılarının da tavırlarını hiç ortaya koyamadan kapanmaları hüzün verici olabilir belki..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 23

‘yukarı’ dedin

Ben amatör dergiciliğin gerilla taktiği ile çıkıp, dağıtıp, piyasadan çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yoksa çıkan, şu anda yürürlükte olan edebiyat dergilerinin hepsi amatör. Dizgi, tashih, mizanpaj falan hepsinde berbat?

Artı bu amatörlerin hiç bir iddiası yok. Çıkan dergiler için en büyük şikayetimiz bu değil mi?

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 37

‘yukarı’ dedin

Tabii ki ben piyasadaki genel tanımlar üzerinden konuşmuş oldum. Haklısın. Dizgi hatasına ben razıydım eğer dizge hataları olmasaydı! Tashih sıkıntıları da hoş karşılanabilirdi eğer tasnif problemleri olmasaydı!

Çok haklısın, amatör dergiler gerilla taktiği ile işlemeli ve yapacağını yapmadan da işi bırakmamalı.. amatör olarak yola çıkıp profesyonelliğe yanaşan dergiler dağdan inip durdurduğu otobüse binerek şehre giden bir gerillaya (kasketini ters çevirip) benziyor daha çok..

Bu gerilla taktiğini en iyi şiir siteleri yapabilir .. Öyleyse daha ne duruyoruz? ya da duruyor muyuz?

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

ben de birşeyden bahsedecek zannettim, geçen haftadan sonra yazının başında şunları yazdığında:

"İki buçuk yıl önce bir düşüncemi sık sık dile getirmeye çalışıyordum: Edebiyat dergiciliği artık değişmek zorundadır. Bilinen geleneksel biçimlerde dergiler gene yayımlanırken, yeni tip dergilerin oluşturulması apayrı bir önem taşımaktadır"

Ve Semih Gümüş ne yaptı? . Notos Öykü'den bahsetti. Notos şöyle, notos böyle..

Ben de sanıyorum ki, genel olarak dergilerden, Semih Gümüş'ün de içinde bulunduğu son 40 yılın dergicilerinin başarısızca yaptığı bu faaliyetten bahsederek, bir nevi günah çıkaracak zannettim ama tabi ki öyle olmadı.

400 bariyerini zorlamaya devam, nufus olmuş 74 milyon. Ha gayret! Bravo Semih Gümüş ve ADAM Öykü'yü hatırlamayan ya da hatırlayan yüzlerce Notos Öykü okuru!

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 52

‘yukarı’ dedin

Metin Celal de 'ta bir yazı yazmış. Özetle diyor ki;

İşte bu noktada dijital çağın olanaklarından yararlanmanın sırasıdır. İdefiks gibi yeni önerilere açık internet kitapçıları ile işbirliğine girilerek dergilerin pdf formatında internet versiyonları satışa sunulabilir. Böylece dağıtım engelini, hatta süreç içinde baskı giderleri gibi mali zorlukları aşmak, daha çok okura ulaşmak mümkün olur'

Ben de diyorum ki PDF ya da DOC sorunu değil sorun. İnsanımızda anormal, kronik hale gelmiş bir okumama ama paso muhabbet etme eğilimi var. Bence edebiyat dergileri "laf" olarak dolaşıma sokulmalıdır. Zira durum da odur, kimse kimsenin dergisindeki bir yazıyı en azından iki kere okumaya tenezzül etmemekte ama dedikodu yapmaktadır.