Heidegger, Nietzsche’nin dağınık, serazat, parçalı, çok biçimli, ele geçmez fikriyatını “örmeye” çalışırken, Derrida Nietzsche’den “büyük ulumalar” devşirmeye çalışanların elini hep boş çıkararak kendi “söz”ünü durmadan “söken” bir fikriyatla yüzleştirir bizi. İlk anda biri birine karşıt gibi duran bu iki “yaklaşma”, daha yaklaşınca birbirini tamamlayan da olabilir.[Belki de “bütün”ün tutuklayan, kımıldatmayan sübjektif totalitesinden azade “kendi bütün”(ler) olabilir(ler).] Heidegger’in ifade ettiğinden yola çıkarsak “örülen” Nietzsche’nin zirvesi olarak “Batı metafiziğinin sonudur.”
İlk anda biri birine karşıt gibi duran bu iki “yaklaşma”, daha yaklaşınca birbirini tamamlayan da olabilir.[Belki de “bütün”ün tutuklayan, kımıldatmayan sübjektif totalitesinden azade “kendi bütün”(ler) olabilir(ler).] Heidegger’in ifade ettiğinden yola çıkarsak “örülen” Nietzsche’nin zirvesi olarak “Batı metafiziğinin sonudur.”
Bu son bir bitiş olarak okunmamalıdır. Günahından tevbe gibi unuttuğu Varlık’ın sesine kulak kabartabilecek yeni; başlayan bir başlangıçtır. Geçip gitmiş tanrı(lar)ın ölümüyle [gelecek tanrılar arasında] yalnızlığa düşmüş, hiç’e atılmış insan bu “her şey”den, “yükleri”nden kurtulmuş saflıkla, serapa “güç” olarak, yalın halde ayağa dikilmiştir; gelecek tanrıların ışıklarına başını uzatarak. Yani örme, söküm için “örnek çıkarma”[1], bir çeşit sökümdür. Derrida, Heidegger’in “örneğini çıkardığı” örgüyü örmek için, örgüyü sökmeye başlamıştır. Bu bir bengidönüş, biraz mesiyanik bir durum mudur? Belki.