Dili bir ifade aracı olarak görmekten hiç değilse bir adım öteye geçmek gerekiyor. Dil, konuşma ve yazmaya sığdırılamaz. Herhangi bir sözlük toplamıyla da sınırlanamaz. Konuşma ve yazma çıkarılabilen sesler ve bilinebilen sembollerle sınırlıdır. Genellikle bu bize anlamı iletme iktidarı vermez. Doğrusu burada bizim bir iktidarımızın olabileceği de kuşkuludur. Burada ses çıkarabilmedeki başarımız ve sembollerle bağlantımız da etkilidir. Sesi nasıl çıkarabiliyor, sembolleri nasıl bir ilişkilendirmeyle sunabiliyorsak ilettiğimiz o [kadar] olacaktır. Bu durumda her konuşma ve yazma kendi anlamını [anlatım konusundan her defasında uzaklığı sebebiyle: anlamsızlığını] dayatmış olacaktır. Öyle ki bu anlamsız anlam çoğu zaman bizim muradımızı iletmekten de hayli uzaktır. Bundandır; muradımızı [murad ettiğimiz gibi] ifade edebilmede yetersiz kalan araçlar sebebiyle şiire sığınırız.
Dil küresinde her bir kelime Varlığın yalnızca bir sembolü, adlandırması, işareti değildir; Varlığın ona ait bütünlüğü taşıyan bir parçasıdır. Sonuçta ses de bir görüntüdür. Ve her görüntü gölgedir.
Tekabül ettiğimiz [üstüne, içine düşülen; açıklığında durma imkanı yakaladığımız] anlamı, ya da murad olunanı iletmeyle ilgili dile ait çok temel ayrıntılar ve ayrımlar bir yana dillerin farklı sembollere sahip olmaları ve sesleri, [hatta] seslendirmeleri yapma ve gösterme güçlükleri konuşma ve yazmanın nelere, nerelere sıkışabileceğini de aşikar eder. S sesinin ıslık gibi titreşerek gelen şşşşş seslendirmesini yapabilirken, çatlayarak gelen c sesinin titreşmesi ççççç gibi bir şeyi söyleyemeyiz mesela. Yine gariptir; çok temel [hatta evrensel; sus için: şşşşş] bir ses olan ş sesi [s’nin titreşerek söylenmesi] bazı dillerde yoktur ve onu ifade için başka [ve birden çok] harften yaralanılır [s ve h gibi]. Türkçe’de de gırtlaktan çıkan h sesi yoktur mesela. Bunu göstermek için de iki harf kullanılır[kh]. Felakette buradadır zaten. Bu [yapay] bir kurgudur ve hatalıdır. Bunlar çoğaltılabilir. Bir bakılmalı o zaman; seslendirdiğimiz [hayatın içinde varolan] bir ses olduğu halde alfabede sembol [harf] olarak yer almayan hangi sesler var acaba? Bildiğimiz sesleri çıkaramamak, söyleyememekle malulken, bir de bilmediğimiz, bilemediğimiz sesler var ki anlamın iletilmesinde; hale, duruma, varlığa tercüman olmakta kesin bir arızadır. Ha bir de içimizde olduğu halde seslendiremediğimiz sesler var ya…
Soru şu mu o halde: “Kendisi” gibi gösterilemeyen sesler kendisi gibi gösterilmeden ne yazılıp, ne söylenebilir?
Bunun için şimdilik tek imkanlılık görünüyor: Görsel şiir. Şiirin söylediğini başka bir yolla söyleyemezsiniz. Görsel şiirin “gösterdiği”ni de başka bir yolla gösteremezsiniz.
Yorumlar
Kisa ama zorunlu bir
Puanlar: 22
‘yukarı’ dedin
Kisa ama zorunlu bir yorum İçimizdeki sesleri harflendiremediğimiz için görsel şiirin işe koşulduğu yönlü bir önerme (ya da yanlış harflendirdiğimiz için) sanırım görsel şiire bir işlevsellik kazandırma çabası olarak olumlu yorumlanabilir. Ama ses ile anlam arasında kurulan ilişki ya da anlam ile yazı arasında kurulan ilişki tartışılabilir (Saussure'u tekrar okumak faydalı olabilir). Bana kalırsa "dili bir ifade aracı olarak görmekten bir adım öteye" gitmekle "görsel"in görselliğinin dile tahvil edilebilir bir ifade aracı olmadığını söylemek arasında kalan "gösterilemeyen sesler"i göstermeye yarayan bir görsel şiir gösterse gösterse göstergenin keyfiliğini gösterir ki bizim içimizde göstergeleşmemiş ses olduğunu iddia etmek göstergelerin sonsuz kaydırağındaki varlığa (yani Lacan'a) işaret etmektir. Teknik anlamıyla gürültü hayatımızda var ama seslendirilemediği için bunların anlmasızlığını iddia etmek başka bir şey bunların bir "referent"ı olmadığını iddia etmek başka bir şey... Neyse konu fazla dallanıp budaklanmadan (hımmm "ağaç" dedim yine, bkz. Saussure) çıkalım... (Nereye?)
Ben önerme'nin kendince
Puanlar: 29
‘yukarı’ dedin
Ben önerme'nin kendince geçerli olabileceğini, bunun bir aşama olabileceğini düşünüyorum. Ama esas soru, görsel şiire bir işlevsellik kazandırılabilir mi sorusu da olabilir. Bunun üzerinde durmak gerekir.
Bana gelen sorular içinde bu soru, "görsel şiir ne işe yarar?" sorusu, hem şairimizin, entelektüelimizin korkunç pragmatist yanını, hem de anlam ile ilgili sorununu da gözler önüne seriyor. Buna ne cevap vereceğimi ben bilemiyorum. Aslında bu konuda -tıpkı görsel şiirde olduğu gibi- korkunç sıkıntı çektiğimi söyleyebilirim.
Görsel şiir'in herhangi bir gösterge ile ilişkisi, akış halindeki şeylerin birbirlerine olan ilişkisi gibi düşünülebilir. Bu akıştan tat alabilmek, bambaşka bir estetik zevkin ya da zevksizliğin sonucu da olabilir ve çoğu kişi bunu "tatsız" bulabilir. Ama nedense ben "quanta" serisine bakarken, burada, gerçekten ne gösterge, ne referans, ne de başka birşey görüyorum.
İnsanlar şu soruyu soramıyorlar, eserin gösterge sistemi mi, bakanın algısının gösterge sistemi mi? Daha çok -çok önce Buradaki Şiir ve Oradaki Şiir diye ayırmıştık, Hegel'den yola çıkarak. Biz, buradaki şiirden bahsediyoruz, algıladığımız şiirden, Oradaki Şiir'den bahseden henüz olabilmiş değil.
Seslerin, birer birim gösterge olarak işin içine katılması, illa da yazıya aksetmeleri ile olmak zorunda değil. Bizim kültürümüz bu konuda arada kalan uçuruma cevap veremedi -Fonetik Şiir deneyimi bununla ilgilidir.