BEN*
Behçet Necatigil
Bense şunu yapacaktım, sen ne güzel bahanesin: Senin yüzünden, ben...
[İnsan, kendininbilincidir. Kendinin bilincindedir; insansal gerçekliğin ve saygınlığının bilincindedir ve bundan ötürü, Kendininduygusunun (kendivarlığı hakkındaki basit duygunun. sh..) düzeyini aşamayan hayvandan özce farklıdır. İnsan, kendisine ilişkin bilinci, -ilk olarak- "Ben" dediği an edinir. Demek ki, "kökenini" kavrayarak insanı anlamak, sözle açığa vurulmuş Benin kökenini kavramak demektir."
İmdi, "düşüncenin", "aklın", "anlayışgücünün", vb., iredelenip çözümlenmesi, genel olarak, bir varlığın ya da bir "bilen-özenin", bilgisel, seyredici (contemplatif) ve edilgin davranışının irdelenemesi, "Ben" sözcüğünün ortaya çıkışının -ve bunun sonucu olarak da Kendininbilincinin, yani insansal gerçekliğinin ortaya çıkışının niçinini ve nasılını hiçbir zaman bulup ortaya çıkaramaz. Seyreden insan, seyrettiği şey tarafından "emilmiştir" (soğurulmuştur) ve "bilen özne de", bilinen nesne içinde "kendini kaybetmiştir". Seyrediş nesneyi açığa-vurur, ama özneyi açığa vurmaz. Bilme ediminde ve edimiyle -ya da daha doğrusu, bilme edimi olarak- kendini, seyredene gösteren şey, özne değil nesnedir. Seyrettiği nesneye "dalıp gitmiş olan" insan, bir İstekle; örneğin yeme isteğiyle "kendisine gelebilir" ancak. Bir varlığı Ben olarak oluşturan (kuran) ve onu "Ben..." demeye iterek Ben olarak açığa-vuran, onun (bilinçli) isteğidir. (Hakiki) Bilgide kendisi tarafından kendisine açığa-vurulmamış olan Varlığı, nesneden farklı ve ona "karşıt" bir özne tarafında, bir "özneye" açığa vurulmuş bir nesne haline getiren şey de İstektir.]
Her ben, dolaylı şekilde bir sen'i anlatış, bir sen'den yakınıştır. Çünkü benim yerim sen'le onun arasındadır ve o değildir bana yakın olan, sensin. Ben ben olsam dilbilgisi kitaplarındaki tekil şahıs zamirlerini şu sıraya göre düzenlerdim: Sen, ben o! Başta sen gelir, çünkü ben diye birşey yok sen olmadıkça. Her ben, benliğini sen'le anlar. Anlar da ne olur? Bu benlikten olmamak için direnmeye, dayatmaya kalkar ve sonunda yenik düşer, zira ona yine sen'dir dğer veren. Tek başına ben, istediğince saysın kendini, hava!
[İnsan, "kendisinin" İsteğinde ve İsteğiyle ve daha doğrusu, İsteği olması bakımından bir Ben olarak, Ben-olmayandan özce farklı bir Ben-olmayana radikal karşıt Ben olarak kendini oluşturur ve kendini açığa-vurur- hem kendine hem de başkalarına açığa-vurur. Ben (insansal Ben), bir isteğin benidir -ya da- İstek Benidir.]
Bir başına ben yok, ama sen de yok. Ama ikisi karşı karşıya geldiler mi de tehlike. Ama ben'le o'nun durumu öyle değil, onların durumu biraz daha zararsız; çünkü o, her zaman uzak olandır ve arada mesafe oldukça insan bir hayli tedbir alabilir.
Sen'de ürküten bir taraf olduğu şundan da belli ki, Özdemir Asaf, sen demedi de Sen Sen Sen dedi. Yani öfkeli, ya da içli bir hayıflanma ile, ah sen! der gibi dedi.
[Demek ki, kendisinin bilincinde olan insanın varlığının kendisi, İsteği içerir ve önkoşul olarak gerektirir. Dolayısıyla insansal gerçeklik, biyolojik bir gerçeklik, hayvansal bir hayat (canlılık) içinde meydana gelebilir ve varlığını sürdürebilir. Ne var ki, hayvansal İstek, Kendibilincinin zorunlu koşulu olsa da, yeterli koşulu değildir. Hayvansal İstek, tek başına, ancak Kendininduygusunu meydana getirebilir.]
-se'nin hem dilek, hem de şart kipi eki olduğu düşünüle! Yani ben dilese bile dilekleri şarta bağlı: başta sen'in kabul şartına! bu neyi mi gösterir? Ben'in sadece bir başlangıç olduğunu. Devam ve sonuç, sen'le şekillenir, hale yola girer, ya da aksi, yoldan çıkar, halsiz düşer. Fuzuli sormuştu: "Ger ben ben isem nesin sen ey yâr?" Şu demekti: Ben nasıl olur da ben kalabilirim sen varken! Her ikinci, beni değiştiren bir etmendir. Peki ya üçüncü? Beni bana geri verecek bir kurtarıcı belki de! Ama her çok-yakın'a gelen o, sen olacağına göre aynı dram.
[İnsan edilgin bir dinginlik içinde tutan bilgiye karşıt olarak İstek, onu tedirginliğe sokar ve eyleme sürükler. İstekten doğmuş olan eylem, İsteği gidermeye yönelir ve bunu ancak, istenen nesnenin "olumsuzlanmasıyla", tahrip edilmesiyle ya da en azından dönüşüme uğratılmasıyla gerçekleştirebilir: örneğin, açlığı gidermek için besini tahrip etmek ya da en azından dönüşüme uğratmak gerekir. Dolayısıyla, her eylem "olumsuzlayıcıdır". Verilmişi (verilmiş-varlığı.sh.) nasılsa öyle bırakmayan eylem, onu tahrip eder, varlığını tahrip etmese de, en azından formunu tahrip eder. Ve verilmişe oranla her "olumsuzlayıcı olumsuzluk" zorunlu olarak etkindir. Ama olumsuzlayıcı eylem, katıksız olarak tahrip edici değildir. Çünkü, İstekten doğan eylem, bu isteği gidermek için bir nesnel gerçekliği tahrip etse de, onun yerine, bu tahrip etmenin kendisinde ve kendisiyle bir öznel gerçeklik yaratmaktadır. Örneğin, bir şey yiyen varlık, kendisininkinden başka bir gerçekliği ortadan kaldırarak, başka bir gerçekliği kendi gerçekliğine dönüştürerek, "yabancı" ve "dış" bir gerçekliği "özümleyerek", "içselleştirerek", kendi gerçekliğini yaratmakta ve sürdürmektedir. İsteğin Beni, genel olarak, gerçek ve olumlu ve içeriği ancak, istenen Ben-olmayanı tahrip ederek, dönüşüme uğratarak ve "özümleyerek" İsteği gideren (doyuma ulaştıran) olumsuzlayıcı eylemle elde edilen bir boşluktur. Ve Benin olumsuzlamasıyla meydana gelmiş olan olumlu içeriği, olumsuzlanan Ben-olmayanın olumlu içeriğine bağlıdır (ona göre değişir.sh.). Dolayısıyla, İstek, eğer "doğal" olan bir Ben-olmayana yönelmişse, Ben de "doğal" bir Ben olacaktır. Böyle bir isteğin etkin olarak giderilmesiyle yaratılan Ben, bu İsteğin yöneldiği şeylerin doğası neyse o doğaya sahip olacaktır; yani bu Ben, "şeyci" bir Ben, sadece yaşayan (canlı) bir Ben, hayvansal bir Ben olacaktır. Ve, doğal nesneye bağlı olan bu doğal Ben, hem kendisine hem de başkalarına, kendini ancak, Kendininduygusu olarak açığa-vurabilecektir. Yani, kendininbilincine hiçbir zaman ulaşamayacaktır.]
"Ben sen yokuz biz varız" ancak Epika ülkesinde geçer. Lirika'da ise ben biz yokuz, sen varsın demek doğru. Bütün şiir sen üzerine kurulur: Aşklar, ayrılıklar, acılar hep bir sen'in yüzünden güzellemeler, ağıtlar.
-de eki, bir oturmuşluk, bir dinginlik bildirir: Vardı, orada, var. Tıpkı onun gibi, yani oraya gider değil, orada bulunur gibi, ben de bende olmak isterim. (Güzelim tevriyeler! Divan şiirini yarı yarıya, onlardan bol bol faydalandığı için severim.) Öyle, sen'den olmamak için bende olmak isterdim. Bende oldum mu sen de rahatsındır: Bir yerde durdum diye, kölenim diye.
[Demek ki, Kendininbilincinin olabilmesi için, İsteğin, doğal-olmayan bir nesneye, verilmiş gerçekliği aşan bir şeye yönelmesi gerekir. İmdi, bu verilmiş gerçeği aşan biricik şey, İsteğin kendisidir. Çünkü, İstek olarak ele alınan İstek, yani doyuma ulaşmasından önce İstek, açığa-vurulmuş bir hiçlikten, gerçek-olmayan bir boşluktan başka bir şey değildir. İstek, bir boşluğun açığa-vuruluşu olduğu için, bir gerçekliğin bulunmamaklığının (yokluğunun.sh.) bulunmaklığı (var olmaklığı sh) olduğu için, istenen şeyden özce başka (farklı) birşeydir; bir şeyden, kendisiyle ebediyyen özdeşlik içinde kalan statik ve verilmiş bir gerçek varlıktan başka bir şey değildir. Öyleyse, İstek olarak ele alınan bir başka İsteğe yönelen İstek, doyuma ulaşmasını sağlayan olumsuzlayıcı ve özümleyici eylemle, hayvansal "Ben"den özce farklı bir başka Ben yaratacaktır. İsteklerle "beslenen" bu Benin kendisi, İsteğinin doyuma ulaşmasıyla yaratılmış İsteğin ta kendisi olacaktır.]
Ben, bana hep bu/gün'ü hatırlatır. Bu iki kelime birleşik yazılınca şimdi, içinde bulunduğumuz gün anlamında zaman zarfıdır, ayrı yazılınca sıfat tamlaması. Ben'i daha iyi anlatabilmek, onun zamana bağlı tarafını verebilmek için arada buben gibi bileşik bir kelime kullanabilmeliydik. Çünkü ben'de her zaman bir şimdi anlamı gizli. Dünkü ben'le şimdiki ben hiç bir olur mu? Bu ben, bubenlerin toplamıdır: Her adımımda sonsuz ben'ler koyuyorum boşluğa (Asaf Halet Çelebi). Yalnız burada sen'le ilişkisi bakımından garip bir durum var: Buben'ler zamana sımsıkı bağlı bugün gibi sen'e bağlıdırılar da. Bu ben, senden kurtulmuş, özgürdür adeta. Bu ikilik de sen'e bitişik ben'le sen'den ayrı ben'in özgürlük tutsaklığını saptamıyor mu?
[Ve İstek, kendini, verilmişi olumsuzlayan eylem olarak gerçekleştirdiği için, bu Benin varlığının kendisi de eylem olacaktır. Yani bu Ben, hayvansal "Ben" gibi, kendiyle "özdeşlik" ya da eşitlik olmayacak, ama "olumsuzlayıcı-olumsuzluk" olacaktır. Başka bir deyişle, bu Benin varlığının kendisi değişme-ve-oluşma süreci olacaktır ve bu varlığın tümel formu da mekan değil, zaman olacaktır. Dolayısıyla, bu Ben için varoluşta kendini sürdürme, şu anlama gelecektir: "ne ise(statik ve verilmiş varlık olarak, doğal varlık olarak, "doğuştan gelen karakter" olarak ne ise) o olmamak ve ne değilse o olmak (yani değişme-ve-oluşma olmak)". Böylece bu Ben, kendisinin öz eseri olacaktır: (geçmişte) olduğunun (olduğu halin.sh.) (şimdide) olumsuzlanmasıyla ne olduysa (ne haline geldiyse.sh.)(gelecekte) o olacaktır ve bu olumsuzlama da, ne olacağı göz önünde tutularak gerçekleşmiş olan bir olumsuzlamadır. Bu Ben, varlığının ta kendisinde, bile isteye-değişip-oluşma, istenen evrim, bilinçli ve iradi ilerlemedir. Bu Ben, kendisine verilmiş olan ve kendisi olan verilmişi aşma edimidir. Bu Ben (verilmiş gerçek karşısında) özgür bir (insansal) bireydir ve tarihsel bir bireydir (kendisine oranla). Ve Kendininbilinci olarak, kendisine ve başkalarına kendini-açığa-vuran da bu Bendir ve de sadece bu Bendir.]
Ben bir anket yapsaydım örneğin bunları sorardım: Niçin anketlere verdiği hemen bütün cevaplarda sanatçının gizli kaygısı, bir "kendini savunma", bir "kendini kaçırma"dır? Niçin sanatçılar eserleriyle sözlü-yazılı konuşmalarında, başkaları tarafından kolayca görülen çelişmeleri kendileri göremezler? Niçin aşkların bitiminde, ilk haftalarında tatillerin boş sınıflarında, niçin çıkması artık uygun görülmüş yazı ve kitapların basılı şekilleriyle ilk karşılaşmalarında, niçin inandığımız şeyleri başkalarından da duyunca bir boşluk, bir yıkıntı, bir hiçlik, bir boşunalık sarar bizi? Niçin başklarından bize, övgülerde, yergilerde, bizden başkalarına kendimiz örtüsüz dile getirişlerde büyük suçlar işlemişiz gibi bir al basar yüzümüzü. Niçin..
Hatta bu sorular dahi, bizde her şeye rağmen yine de değiştirilmemiş bir ben olduğunu, bütün sen'lere rağmen yine de ben kaldığımızı gösterir. Çünkü bu alelade sorular sen'siz sorulur. Ve güzel şey, diyebilmek: ben, benim!
Papirüs, Mayıs 1961 (Bile/Yazdı YKY)
* Yazıdaki köşeli parantez içindeki metinler Selahattin Hilav'ın YKY'den çıkan Kojeve/Hegel Felsefesine Giriş çevirisinden alınmıştır. Ve az çok orijinal metinden (İngilizce Raymond Queneau notlarını derleyen Allan Bloom'un metni de gözetilmiştir.) de yararlanılmıştır...
Editör'ün notu: Behçet Necatigil'in "Ben" isimli denemesi, (yazarın diğer yazıların da konu ettiği) çok temel bir soruna parmak basıyor. Kendisini neredeyse "tek ruhlu birisi" olarak tanımlarken, diğer yazarlardaki bu "çok benli"liği eleştiriyor (Sanatçının Ruh Sayısı denemesi bunu tüm boyutları ile incelediği bir yazı). Bu yazıya konu olan metnin kendisi (yani Ben isimli deneme) daha çok, bu "tek ruhlu birisi"ni anlatıyor. Yazıda geçen kimi ifadeler (istek kipi, -de ekinin dinginliği, bende, özgürlük, buben vs) aslında konun sadece bir yazarın benliği probleminin ötesinde, ciddi olarak Ben konusunu inceleme arzusunun olduğunu düşündürdü bana Necatigil'in. Yazıyı paralize hatta terörize etmek pahasına, Necatigil'in Ben'inin düzlemini Kojeve'in Hegel Felsefesine Giriş'teki derslerinden birinin notları ile gerdim ve yeniden paftalamaya çalıştım. Bir okuma denemesi.