Görsel Şiir'in -hadi benim icadım olduğunu düşünün- nasıl bir imkan olduğunu kavrayamamış herkese tek tek gidip, bunun uzun, ağdalı ve basit ve sıradan kelimelerle anlatabilmek? Bunu dener miydim? Tarafları ikna etmek? Bir yanda diline her gün tecavüz edilen yığınlar, bir yanda bürokrasinin paraflı lehçesi, bir yandan köylüleri ve memurları sarıp sarmalayan kültürsüzlük cereyanları, bir yandan "özgürleştirilen" gençlik. Bir yandan insanın gözlerini kör etmek isteyeceği kadar güzel türkçesi ile Cemil Meriç, bir yanda Necip Mahfuz'un ölümü, bir yandan bir ayrımı adlandırmaya çalışan ve bunu ilk kez yaratan ve bu ayrımı da "açılım" diye bize yutturmaya çalışanlar. Hegel'in hayaletini mezarında tersine çevirecek derecede tarihte yerini şaşırmış taşralı politikacılarımız var. Bu durumdan gurur duyunuz bayım!
Herkes kısaca. Alışveriş merkezleri, "two mail" adındaki bir tekstil markası, "Seinfeld" gömlekleri satan dükkan, "dirty boys" isimli başka bir tanesi, karşılarında "biat möble" ve ortalarında bir kısrak gibi uzanan her yer. Gösterilen şey ile gösterge arasındaki uçurumun kapanamayacağını iddia eden Derrida mıydı? Öyle bir kuruyemişçi var..
29 harfin oluşturabileceği en az iki harfli kelime sayısını düşünürseniz, anlamın ve adın ne kadar kısır kaldığını siz de hesap edebilirsiniz? Çin'de 30.000'i aşan ideogramın sebebini düşünmek gerekebilir tekrar. Ama sadece "kalp" için 30 tane işaret biraz fazla değil mi? Muhtemelen değil..
Yasakmeyve'ye "şair ve korkusu" dosyası için bir yazı yazmam istendi. Uzun uzun düşündüm, araştırdım. En azından 3-4 sayfalık bir yazı çıkarmak istiyordum. "Korku Müzesi" isimli bu yazının yerine görsel şiir gönderdim, ismi "KorkuCell". Çünkü, yazdığım ya da yazmaya çalıştığım her şey kısaca "yalan" olacaktı. Böylece bir cep telefonu klavyesi üzerine, numaralar ve işaretler yerine birkaç gösterge / kelime koydum. Sonuçtan gayet memnunum. Bunu yaparken, görsel şiir promosyonu yapmak değildi aklımdan geçen, gerçekten "anlatılamaz" olanı, anlatılmaya kapalı bir şekilde göstermekti. Yoksa diğer yazı şöyle şeyler barındırıyordu içinde;
"Öl, etimoloji sözlüğüne bakarsak, 'yaslık, ıslaklık, ıslak toprak, katık, ekmekle yenen nesne' anlamına geliyor. Fakat yaşam, yaşlılık, yaş ile ölümün altında yatan o ıslaklık arasında bir bağ kuramıyor sözlük de. Yaşamak bizde bir oluş bildirir, benim düşünceme göre, bir durum değil. Belki bir durumu ifade edecek şekilde de türetilebilir fakat yine de yaşam ile ölüm arasındaki farkı anlatmak konusunda yetersiz görünüyorlar."
Ve şu parça da var;
"Yaşam ile yaş, ıslak, canlı arasında bağ kurabiliyoruz yine de, bugün bile. Fakat "ölüm" ile "ıslak yer" arasındaki bağ, biraz ürkütücü. Ölmek ile yaşlanmak arasında bir bağ var diyor sözlük, anlaşılabilen bir bağ. Çünkü "yaş" şu anlamlara da geliyor: "dirilik, parlaklık, aydınlık, örtme, gizleme, saklama"
Evet de, buradan nereye gidilebillir? Yazıdan umudu kestiğim an, kendimi "başkasının ölümü"nü anlatmaya çalışan biri olarak görmeye başladığım bir andı. "Ölüm Dünyevi mi?" gibi soruların ötesine de geçemeyeceğime göre, görsel şiir en iyisidir dedim. Diyorum ya, sonuçtan ben gayet memnunum.
Satan ile Santa: anagram. Muharebe(Savaş) ile Muhabere (Yazmak, yazışmak): anagram ve tesadüf olamazlar.
Bürokrasi sınıfının ürettiği bir söylemler yığını var karşımızda. Bürokrasinin karıldığı toprağın mayasında yer aldığı için, asla sorgulayamayacağı türden söylemler. Eğitim buna göre, ilerleme ve kalkınma buna göre, aslında zenginleşme bile buna göre. Çoğu kez "yahu bu jipleri, BMW X5leri kim satın alabiliyor" diye hayretle soruyorum. İhale toplumu olarak adlandırdığım toplumsal fazın ürünü bunlar. Devletin şiir ihalesini uzun zaman önce sonlandırdığını biliyorum. Muhtemelen İsmet Özel ile kişisel olarak anlaşabildiğim tek nokta bu. Behçet Kemal Çağlar'ın milletvekilliğinden sonra meclise şair girmiş mi? Giren şairlerin hangisi şair olarak aramızda endam etmiş? Bu konu incelemeye değer.
Aramızdan şair olarak meclise gitmek isteyen var mı? Muhtemelen artık bunun cevabı kolay kolay verilecek değil. Ama devlet-millet ilişkisinde neden ikilikleri inşa eden ve onları pazarlayan hep devlet oluyor? Türkçe ile istediğimizi söylemek ve yazmak konusunda ne kadar özgürüz? Gerçekten de istediğimiz herşeyi ifade edebilmek için donanmış durumda mıyız? Peki ya göstermek istediklerimiz? Son 100 yıllık hali ile bu göstergeler sistemi, kesinlikle "Sözlü Kültür"ün ötesine geçebilmiş değil. O kadar atılım boşa mı gitti?
Öyleyse şiirin anlam ile ilişkisi Devlet'in dilinden Birey'in kozmozuna geçtiğinde kırılmak zorundadır! Bu kadar. Kırıldığı yerde deformasyon kaçınılmazdır. Çünkü Devlet, bütünlüklü konuşur. İşte görsel şiirin peşinden koştuğu o kırılma, o çatlak, o insanları rahatsız eden keyfilik de buradan gelir, geliyor. En korkuncu nedir, en korkuncu, eleştiriyi kurmak için eldeki bütün sözcüklerin yetersiz kalmasıdır. Ve bundan daha da korkuncu, başka araçların olmadığından habersiz kalarak, mecraların ağır tonajlı kayargalarında omurgasına kadar kırılmaya çalışırken, "biz" demeye çalışmaktır.
Yorumlar
Şunu belirtmek gerek site
Puanlar: 9
‘yukarı’ dedin
Şunu belirtmek gerek site tablet pc ya da android yüklu makinede gayet şık görünüyor.