Taşra Niye Masum? (Masum mu?)

Birincil sekmeler

“Taşrada çıkıyor olmak kirlenmemiş olmak gibi bir ayrıcalık sunmuştu Kırağı’ya”

Kırağı ilk sayısını Mart-Nisan 1994’te çıkardı. Osmaniye’den yayınlanan bir dergi olarak 90’ların ortasındaki şiir-edebiyat ortamı size göre nasıl görünüyordu ve Kırağı bu ortama hangi gerekçelerle girmişti?

Kırağı hiç bir hesap yapmadan sadece “şiir” gerekçesiyle doğdu aslında. Bir ihtiyaca binaen değil, bir boşluğu doldurmak kastıyla hiç değil. Şiir yazan iki kişinin ve onlara uyan bir kişinin bir araya gelmesiyle oluşan bir fikirden doğdu Kırağı. Şiiriyet alanındaki boşluğu dergi çıktıktan sonra farkettik ancak. Taşrada çıkıyor olmak kirlenmemiş olmak gibi bir ayrıcalık sunmuştu Kırağı’ya. ...

Kırağı’nın bugün şiir-edebiyat dünyasında boşluğu hissediliyor mu sizce? Kapanışı bir boşluk doğurdu mu?

Kırağı’nın kapandığını düşünmüyorum. Yapması gerekeni yaptıktan sonra bulunduğu alanı terketti sadece. (Yapması gerekeni yaptıktan sonra) bulunduğu alanı terketmemiş olsaydı hem kendisine hem de çevresine rahatsızlık veren bir varlığa dönüşecek, istenmeyen misafir muamelesi görecekti. Kırağı kendisine böyle bir şeyin yapılmasına izin verecek bir zihniyette olmadı asla.*

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 23

‘yukarı’ dedin

Kırağı'nın kapanmadığı söylenmiş ya aynı sitede çıkan başka bir yazıda da İhsan Deniz İpek Dili'nin kapanmadığını ama dergiye güzel bir son sayı yapacaklarını söylüyordu. Aslında, dergiler öyle ya da böyle vadelerinin dolduğunu sezerler daha doğrusu misyonlarının bittiğini. Kırağı'nın nasıl bir misyonu vardı şiir içi bilemiyorum ya da şiire etkisi ne oldu. Fakat, kimisi de sonradan yeni bir dönüş yapabiliyor.Bu dönüşlerin Türk şiiri'ne hayır getirdiği görülmedi şimdiye dek. İşte Şiir Atı dergisi gibi cansız örnekler mevcut. Sanırım bazen misyonların abartılması tersten bir kariyerizme yol açıyor. Dergiler kimi zaman kendilerini var eden koşulların bittiğini sezdiklerinde yeni bir dönüşüm için mücadele etmeliler belki kısa bir soluklanmadan sonra. Bunu yapabilen dergi de yok, Varsa da ben hatırlayamadım..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 2

‘yukarı’ dedin

Bir de şu var ki neden hiç başarısız bir dergi yok? Herkes bu işi çok iyi yaptı ama ekonomik nedenlerle mi olmadı, dergiler kapandı? Yani çıkmış, çıkacak bütün dergilerin bir misyonları vardı, bunu yerine getirdiler, bir boşluğu doldurdular ve sonra da kendilerini imha mı ettiler? Misyonu mu vardı herkesin? Niye bu kadar ölüseviciyiz? Neden bazen yapamamış, yetememiş de olabileceğimizi kabul edemiyoruz?

Daha önce de benzer bir şeyi yazmıştım burda. Kaldığın yer, bıraktığın yer diye bir şey yok. Bu her şey için geçerli... 10 yıldır çıkıp da tek bir çizgisi değişmeyen dergiler var. sayı: 592 olması, sayı:114 olması neyi değiştirir bir katkısı olmadıysa, olmuyorsa bunların... Kül çıktı geri döndü olmadı, Broy eski'ye dönüştü olmadı, şiir atı bir daha o şiir atı olamadı, adam sanat gidince sözcükler onun yerini alamadı... dize 14 yıldır...tay, ardıçkuşu on yıllardır çıkıyor.. kıyı 3 senede bir yeniden başlıyor... isme ek yapmakla da olmuyor.. x, yeni x, en yeni x... yaba aynı şekilde... berfin bahar ancak mizampajını değiştirebildi bunca zaman sonra... haşhaşi de göçebe olamaz artık... kendisi olabilir ya da başka bir şey... vs. vs... öyle çok ve öyle başka türlü türlü örnek var ki...

peygamberimiz özel sayısı, hac özel sayısı, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sayısı, vatan, millet, sakarya sayılarıyla logonuzda kültür sanat edebiyat şiir yazsa da olmuyor...

kabul edelim iyi dergiler var, kötü dergiler var.. olmasa da olacak dergiler var. ama siz gözünüzü, kulağınızı kaparsanız ve bütün isteğiniz bir avuç insanla her yıl derginizin bilmem kaçıncı yılını kutlamaksa, bu kadarı yeter ise niye olmasın...

Eski dergilere bakarken çoğu derginin tarihsellik ya da yayımlandığı döneme ait hiç iz taşımadığını görüyorum... x dergisinin 1996'yla 2000 arasında ya da 2004'le 2008 arasında çıkmış olması arasında hiç fark yok. Hatta o kadar unutulmaya da baştan hazır ki çoğu, derginin sağında solunda hangi yıl olduğunu somut gösterecek bir bilgi bile yok...

ezbere dönüyoruz: zor işler..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 10

‘yukarı’ dedin

Dergileri başarılı-başarısız diye ölçmek faydacılık ve fırsatçılık ekseninden bakınca kötü görünüyor pek tabii. Hatta misyonercilik de dergilere yakışan bir tavır değil. Fakat bizim lükemizde de o kadar lüksümüz var mı bilmiyorum. Dergiler katkı gösterebilmeyi ilke edinmeli en azından. ya da bir kayıt olarak düşmeyi şiir defterine.

Hele bir dergi bir amaç için çıkmışsa o derginin bunu gerçekleştirip gerçekleştiremediğini ölçmek lazım, zamana bırakılacak kriterler hariç.

Dergilerin başarılı olup olmadıklarını ölçmek işlevlerini görmek demektir; yoksa bunu bir otorite aracı olarak kullanmak değil. Başarı ve başarısızlığın neliğinden önce nasıllığı gündeme gelirse sorun kalmayacaktır belki de.

Bir de şu var başarı ve başarısızlığın ya da böyle bir mutlak yaklaşımın sergilenmesinin sakıncaları (veya beyhudeliği) üzerine: önemsiz gibi görünen derginin birinde öyle bir yazı çıkar ki şiir tarihine not düşürür ya da öyle bir şairin filizlenmesine zemin hazırlar ki kendimizi şanslı addederiz. Bugünlerde biz Konya'da fanzin dergicilerle mutad toplantılar yapıyoruz hepsinin irili ufaklı sorunsalları var. Kimi, protest bir duruş sergilerken ( perde fanzin) kimi de islamcı bir duruş üzerinden derdini anlatmaya çalışıyor. Bunların hepsine saygı duymak gerek.. Çünkü bir amaçları var. Ama en önemlisi biz buralardan çıktığını görüyoruz geleceğin şair ve yazarlarının.. her dergi bir atölye sonuçta.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 9

‘yukarı’ dedin

Dergilerin başarılı olup olmadıklarını ölçmek işlevlerini görmek demektir; yoksa bunu bir otorite aracı olarak kullanmak değil.

Bunu anlayamadım..

Ayrıca bir ölçümden söz ediyorsam da bu metrik bir ölçüm değil... Anlaşılabilir bir şey olduğunu sanıyorum. Ayrıca başarısızlık da sanıldığı kadar korkunç bir sözcük değildir. Tıpkı çoğu zaman bedelleri düşünülürse "zafer - başarı" filan da öyle matah şeyler sayılmaz...

Ve sanırım bir okur/yazar/editör bir şekilde dergilerle muhatabız izliyoruz. Büyüklük/küçüklük, taşra/merkez fanzin/dergi meselesi de değil.

"Kimi, protest bir duruş sergilerken ( perde fanzin) kimi de islamcı bir duruş üzerinden derdini anlatmaya çalışıyor. Bunların hepsine saygı duymak gerek.."

Bunu da anlayamadım... Çünkü tutarlı bir duruşla sorunum yok benim ama tutarsız bir duruşla var.. Başka söyleyip başka yapmakla filan mesela...

Biz istesek de istemesek de zaten her şey olurunda yol alıyor. Yani kimsenin dergi çıkarmasına bir engel yok.. Kimsenin şiir yazmasına da bir engel olmadığı gibi.. Ama geriye dönüp bakıldığında (tamamlanmış süreçler için özellikle) yapılabilecek birtakım kişisel olmayan tespitleri de kabul etmek lazım... Bu tespitler nahoş olsa bile.. Nihayetinde ben böyle okuyorum. Benim başarısızlıktan anladığım, hedeflenmiş gerçekleşmemiş bir şeydir. Bu sürecin devam ederken katkı kazandırması (kendisine, ortamına) ayrı bir şeydir. Ama bu kazanç da sonucu değiştirmez...

Yazılan her şiir de şiire bir katkıdır diyebilir misiniz? Bu aşırı iyimserlik sonuçta bir yığına da dönüşmüyor mu?

Bunları söylerken kendimi de dahil ederek söylüyorum, bir taraf ya da otorite ya da "en filan" olarak değil.

neyse diyelim çünkü hem farklı bakabiliriz hem de böyle kısmi anlatılar yanlış anlaşılmaya çok müsait...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -2

‘yukarı’ dedin

Sepp'in yorumuna düştüğüm yorum bir karşı çıkış olarak algılanmış sanırım. Halbuki ben sadece bir şerh düşmeye çalışmıştım. Bir ek veya katkı yapmaya. Kim itiraz ediyor ki başarısızlığın korkunç bir şey olmadığına. Tam tersine ekte bulunuyorum ve diyorum ki bu iki mefhumun faydacılık ve fırsatçılık mevzuunda kullanılması da bir o kadar kötü bir şey.. Demek istediğim buydu.

Amacım, başarı ve başarısızlıktan madem korkmuyorsak bu iki mefhumun aynı zamanda bir işlevinin olduğu konusunda bir saptamada bulunmaktı, yoksa bir saplama yapmak istemedim. Bu iki mefhum(başarı-başarısızlık) neden değerli öyleyse diye düşünmeden alamadım kendimi ve bunların bir ölçüm değeri olduğu konusunda bir fikir beyan ettim. Elbette bunu yaparken bu iki mefhumu demokles'in kılıcı gibi türk şiirinin üzerinde sallamamak gerekir; otoriteden kastım buydu.

Her şiir elbette bir katkı değildir ama bir kayıttır. Zaten katkıda bulunma ilkesinden bahsettim.. sonuçtan değil niyet ve amaçtan..

'Kimi, protest bir duruş sergilerken ( perde fanzin) kimi de islamcı bir duruş üzerinden derdini anlatmaya çalışıyor. Bunların hepsine saygı duymak gerek..'

alıntısını anlayamadığını söylüyor Sepp çünkü aşağıdaki parçayla beraber okumayı denemiyor:

'Çünkü bir amaçları var. Ama en önemlisi biz buralardan çıktığını görüyoruz geleceğin şair ve yazarlarının.. her dergi bir atölye sonuçta.'

Sepp'in tartışmalara getirdiği rengi takdir ediyorum ama bunun da hakkını vermek ve cımbızlamayı doğru yerden yapmak şartıyla..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -1

‘yukarı’ dedin

niye cımbızlama olsun.. alıntı yapılan metin bir alt sayfada hemen ve de öncesinde hem de.. yorum bunun üstüne yapılmış.. benim cımbızlamadan anladığım konunun/konu metnin bütünüyle bilinmediği yerden çekilip alınan bir şeydir.. (hem sepp aşağıdaki parça dediğin bir sonraki cümleyi de okudu, sorun yok...)

anlayamadım demem de "aksi mi algılandı ki yazdıklarımdan" ki saygı duymak lazım deniliyor diye düşünmemdendi... zaten makul şeylerle bi sorunum olmadığını da yazdım.. Kusurla, hatayla, kazayla da olmadığı gibi... Ama ne şiirin ne de edebiyatın her zaman iyinin ve güzelin kılavuzu ya da aracı olduğunu söyleyemeyiz... Kötücül ve bencil zihinler için de son derece iyi araçlar olabilir... Yani aynı zaman da edebiyat da şiir de son derece kullanışlıdır, günümüzde de görülebileceği gibi...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 5

‘yukarı’ dedin

Sepp alıntı yaptığı metni de kendi metni sanıyor herhalde! Eğer siz başkasının metninden bir parçayı alır ve o parçayı tamamlayan, bağlam oluşturan diğer parçayı olduğu yerde bırakırsanız, üstelik aldığınız parçanın hemen ardına alıngan ve şüphe çeken bir manzara koyarsanız bunun adı cımbızlamadır. Niye alıngan ve şüphe çeken bir manzara? Çünkü benim sarfettiğim saygı duymak lazım sözünü kendisine ve kendisinden dışarıya çıkış noktası yaptığı için. Orada herhangi bir ima yok. İmada bulunmaya niye ihtiyaç duyulsun hem? Güzel güzel konuşmak ve tartışmak varken...

İyilik-kötülük gibi ikilikler de başarı ve başarısızlık meselesinde olduğu gibi algılanabilir kanaatimce. Yani iyiliği de kötülüğü de türk şiiri'nin üzerinde demokles'in kılıcı gibi sallamamak evladır. Zaten güzel halk sözlerimiz var: kötüden örnek olmaz diye.. Hiç bahsetmemek daha iyi!

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 15

‘yukarı’ dedin

Taşrayı da masumiyeti de dergileri de bir kenara koyayım şimdilik esastan sapma pahasına.. Çünkü "cımbızlama" konusunda anlaşamıyoruz. Ayrıca alınganlık değil ama (ve yine cımbızlama saymayasın diye daha çoğunu alıyorum üstte yazdıklarından):

Sepp alıntı yaptığı metni de kendi metni sanıyor herhalde! Eğer siz başkasının metninden bir parçayı alır ve o parçayı tamamlayan, bağlam oluşturan diğer parçayı olduğu yerde bırakırsanız, üstelik aldığınız parçanın hemen ardına alıngan ve şüphe çeken bir manzara koyarsanız bunun adı cımbızlamadır.

Ben burdayım. Senin yazdığın metni de kendi metnim sanmadım. (Hem kendimden niye alayım di mi zaten buraya yazıyorum. Sen de zaten burda yazdın diye,sen göreceksin, herkes görecek diye aldım) Şu basit tarifte anlaşamamamız tuhaf. Kaynağı yazdığım şeyin bir altında ya da üstünde olan; üstelik de sıralı okuma yapılan bir yerde niye cımbızlama yapayım. En fazla ille bi şey diyeceksem "alıntı" derdim. Aldım çünkü senin metninden, cımbızlamadım.

Ayrıca bir medya sözcüğü ya da kaçak göçek bir sözcük olan "cımbızlama" ile bir teknik sayılabilecek "alıntılama" arasında da epey fark olsa gerek... Alıngan da değilim, şüphe çekmek için de bir çabam olmadı. Dergilerle ilgili ne kadar şüphe çekilebilir. Demoklesin kılıcı.. filan derken.. Yok valla elimde bi şey.. Bunlar benim kişisel düşüncelerim...

Hiçbir dergiyi de hiç kimseyi de bağlamaz, benden başka... Şöyle ki bağlar, birileri de çıkar biz böyle düşünmüyoruz der, öyle yazar.. Yanlış baktığımız bir şey varsa ayrı ayrı da düzeltiriz yoksa da düzeltmeyiz... Bir medya çalıntısı yapayım: Maksat şiir kazansın!

Konuyu iyice dağıtmadan kişisel algıladığım bir şey olmadığını, böyle bir intiba verdiysem öyle de olmadığını belirtmek isterim. Aksi bir niyet de olamaz... Daha ne diyim, bilemedim..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

İçeriği şu olan bir parçanın (benim yazdığım):

'Bugünlerde biz Konya'da fanzin dergicilerle mutad toplantılar yapıyoruz hepsinin irili ufaklı sorunsalları var. Kimi, protest bir duruş sergilerken ( perde fanzin) kimi de islamcı bir duruş üzerinden derdini anlatmaya çalışıyor. Bunların hepsine saygı duymak gerek.. Çünkü bir amaçları var. Ama en önemlisi biz buralardan çıktığını görüyoruz geleceğin şair ve yazarlarının.. her dergi bir atölye sonuçta.'

sadece çok da anlamlı olmayan şu bölümünü alıp:

'Kimi, protest bir duruş sergilerken ( perde fanzin) kimi de islamcı bir duruş üzerinden derdini anlatmaya çalışıyor. Bunların hepsine saygı duymak gerek..'

altına da:

Bunu da anlayamadım... Çünkü tutarlı bir duruşla sorunum yok benim ama tutarsız bir duruşla var.. Başka söyleyip başka yapmakla filan mesela...

diye yazarsanız. Kimin üstüne aldığı, alıganlık yaptığı konusunda daha rahat fikir yürütme şansımız olur.

Üstelik bunun da adı bağlamından kopartıldığı ve saptırıldığı için alıntı değil cımbızlamadır. Araştırmacı gazeteci edasında bile değil hatta.

Sanırım burada sorun herşeyi üzerine almadan önce bir tür beyaz savunma'ya geçmek.. Kişiselleştirmenin daniskası bu.

üstelik şu sözleri de benim yazdıklarımı destekliyor:

'anlayamadım demem de "aksi mi algılandı ki yazdıklarımdan" ki saygı duymak lazım deniliyor diye düşünmemdendi.'

aslında bu kişisel şüpheyi daha önce paylaşsa bizimle veya sorsa böyle mi diye hiç bir sorun kalmayacaktı. Böyle yapılmadığı zaman tartışmaların içeriği de etiği de zarar görüyor; kişiselleştirmelerden geçilmiyor. Üstelik bir tartışma ortamında hiç tanışmadığınız birine 'sen' diye hitap etmek de bu tahrik ve şiddeti körüklüyor etik sorunun da yedeğinde..

Kişisel düşüncelere sorunsallar etrafında kalmak suretiyle evet! Tartışma adabına nezaket ölçüsünde kalmak kaydıyla evet! Tartışma derinliğine şeffaf olma şartıyla evet!

Yoksa daha çok muğlak ve bilemediğimiz konuşmalar yaparız biz.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -2

‘yukarı’ dedin

peki.

o halde sadece burada bir süredir devam eden hukuka dayanarak sizden size "sen" dediğim için özür diliyorum.

Bugüne dek yazdıklarımın -herhangi bir konuda da- çok muğlak olduğunu sanmıyorum. ama bu kadar olsun.