Estetik Ölçütler Meselesi'ne dair..

Birincil sekmeler

Hemen elimi açık edeyim, ben zamanımızın "den" yoksun olduğu fikrine hiç de kapılmıyorum, hatta tam tersine Estetik'in kitabî anlamının kitleselleştirilmesi ve kamusallaştırma uğraşlarının (kavram ortaya çıktığından beri) tam anlamı ile ters tepip, hiper bir özelleştirme/bireyselleştirme sürecine girildiğini düşünüyorum. O halde Kenan Çağan'la baştan çatışıyorum. O şunları yazıyor:

"Ancak üzerinde tam bir uzlaşının olmadığı bu kavramlar, estetik tarihi boyunca, belki de ilk kez bu kadar belirsiz, tanımlanamaz ve ölçüsüz olmuşlardır. Üstelik bu belirsizlik sadece kavramlara özgü değildir. Aynı zamanda estetik üretim alanlarının kendisine dairdir de." Kenan Çağan,

Estetik teori ya da estetik (aisthesis), poetika gibi ortaya çıkardığı gürültünün sönümlü dalga boylarından birinde, tarihselliği ve mekansallığı içinde kalmak durumdadır (kim ipler Octavio Paz'ı?). Estetik kavramların nesnelleştirilmesini bizden önce deneyenler olmadı değil, ucu nereye gitti, etrafımızdaki heykellere bakarak görebiliriz. Eagleton'a kulak verelim:

"Estetik-olan teriminin 18. yüzyılın ortalarında ilk kez yürürlüğe soktuğu ayrım, 'sanat' ile 'hayat' arasındaki ayrım değil, fakat maddi-olan ile maddî olmayan arasındaki ayrımdır: Şeyler ile düşünceler, duyumlar ile tasarımlar arasındaki ayrım ve zihnin gizli oyuklarındaki belli belirsiz bir varoluşu yöneten şeye karşıt olarak bizim yaratılmış hayatımıza ilişkin olan şey." Estetiğin İdeolojisi, Terry Eagleton, Özne Yayınları, 1998

Oysa belki "aşırı incelmiş bu derin bakış" şeyler ile düşünceler arasında, yani belki özetle iç ile dış arasındaki bir ayrımın, daha sonra da bu tikellerden yola çıkarak, daha kategorik ayrımların, belki de böylelikle "sanat türleri" diyebileceğimiz şeylerin ortaya çıkmasında birinci derecede suçludur. Bir şeye baktığımda, algımın çalışmasına, duygulanım/anlama/anlamlandırma süreçlerime, o şeydeki üretim sürecinin içeriğe olan etkilerine en derin yerlere kadar dokunmaya, erişmeye çalışmanın nesi ilginç olabilir? Bu düpedüz "ideoloji" kokan bir hareket olmasın, sakın? Adlandırılamayan'la girişilen bu sonsuz ve verimsiz "adlandırma" süreci, aydınlanma projesi'nin felaketi: Herşeyi anlamak!

Oldum olası, "bu eserde ne anlatılmak istenmiştir?" sorusuna şüphe ile baktım. Sanat eseri ile tarihsel gerçekleri bir kenara bırakalım, ilk anda baktığımız, algılamaya çalıştığımız şeyin, bizi çeken tarafı "göndermeler sistemi"nin karmaşıklığında yatıyorsa, o eserle kurduğumuz ilişki, eseri durmadan çerçevenin içinden, bizim yaşamı algılama süreçlerimize doğru çekiyorsa ve en güzeli o eseri yanlış anlama hakkını bize sürekli eser vermişse (burada eserin, eseri ortaya çıkarandan ayrı bir kimliği olduğunu da iddia ediyoruz; her okuma yeni okuma) ne ala! Ama estetik düşünce, birincisi eseri çerçevenin içinde tutmayı çok sever, ikinci, onu "doğru okumak" pahasına -ki daha sonra fişleyip, bir müzeye gönderecektir- göstergelerin, şeylerin, fırça darbelerinin, çiziklerin, hataların ötesine doğru "auralandırır". Onu, bir nevi kutsallaştırır (Heiddegger metafiziğinin yaptığı gibi ona, Dünyevî olmayan bir yeryüzüsellik filan atfeder) ve daha sonra sanki eserin kendi atmosferinin tekilliği yetmiyormuş gibi (soru:bir bulut, allah aşkına ne zaman gerçekten bulut gibi görünür tabloda, cevap: hiç bir zaman, aslında bir bulut bile hiç bir zaman bir bulut gibi görünmez gökyüzünde!) bunu bir silsile içinde "kanonlaştırıp", Tarihsellik marifeti ile bir güzel kataloglandırır. Buraya birazdan döneceğiz.

Akademisyenlerimizde, sanıyorum bir körlük, bir sarhoşluk ve bir de nefret var Postmodernizme karşı. Örneğin Çağan

"Artık melez türlerin geçerliliğinden bahsetmek daha doğrudur. Farklılıkların kutsanarak melezleştirildiği bir dönemdir söz konusu olan. Postmodernizmin bir getirisi olarak tanımlayabileceğimiz bu durum, klasik sınıflamaların geçersiz olduğunu anlatmaktadır. Postmodernizm ilkesel olarak, sabitlemelere, hiyerarşilere, kutsallara, hakikat tekelciliğine karşıdır. Postmodernizmin inşa ettiği kültürel piyasa, her şeyin eş zamanlı var olabildiği, birinin ötekine karşı daha değerli olmadığı, her üretimin değerinin kendi içinde belirlendiği bir piyasadır. Dolayısıyla postmodern paradigmanın sanatın çoğaltılmasına, her yerde ortaya çıkmasına katkıda bulunduğu rahatlıkla söylenebilir." (*)

"Sanatın çoğaltılması" elbette öcü dolu bir harekettir. Gizliden gizliye bu katkı, sanki bizim sanatçılarımızın tabloları el altından 60-70 milyon dolarlara satılıyormuşcasına telin edilir (bizim sanat piyasamız toplasak kaç picasso tablosu eder?). Halbuki tamamen batılı bir sınıfın simgesel değiş-tokuş mübadelesi haline gelmiş bir Guernica tıpkı-baskısının bir köylünün zihninde canlandıracağı etki ve samimiyet, bir zenginin odasında durmasından çok daha hayırlıdır ve bunun nesi kötüdür? Lyotard postmodernizmin başlama anını dakikası dakikasına verir: 15 Temmuz 1972, öğleden sonra, saat 3:32. Bu saatte siz neredeydiniz? Ben ortalarda yoktum. Bir sosyologun, bunca keskin bir tarih vermesi, bilimsel düşünceye saygı mıdır yoksa gerçekten dalga mı geçiyordur? (Bu tarih, ödül kazanmış bir modern konut örneğinin -Saint Louis'deki Pruitt-Igoe konut sitesinin- düşük gelirliler tarafından bile insan yerleşimine uygun olmadığı düşünüldüğünden havaya uçurulduğu tarihtir. Postmodern Düşüncenin Eleştirel Sözlüğü, Stuart Sim, Ebabil Yayınları, 2007). Bizde postmodernizm ne zaman başlamıştır? Şu ifadelerin geçtiği zaman bence konuşulabilir, hem de estetiğin ideolojisi ve ideolojinin estetiği açısından:

"Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta “siperi şemsli serpuş”, bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine “şapka” denir." M. Kemal Atatürk, 23 Ağustos 1925'te sekiz gün sürecek .

Postmodernizmin, Çağan'ın saydığı şeyleri yapmak istediğine şüphe yok ama herhalde 1910'lardaki Dadaistlerin ve Fütüristlerin de amaçları buydu. Sürrealistlerin ya da tek başına Duchamp'ın yaptığı, yapmak istediğine çok benzemiyor mu bu postmodernlerin yaptıkları şeyler (en basitinden bakınız Duchamp'ın makalesi).

"Bir başka ifadeyle postmodernizmin gündelik yaşamın bütünüyle estetikleştirilmesine katkıda bulunduğu vakadır." (*)

Evet, tam da buydu işte, 1912'lerde olan da. Dadaistleri hatırlayalım tekrar:

"What we call Dada is a harlequinade made of nothingness in which all higher questions are involved, a gladiator's gesture, a play with shabby debris, an execution of postured morality and plenitude . . .

The Dadaist loves the extraordinary, the absurd, even. He knows that life asserts itself in contradictions, and that his age, more than any preceding it, aims at the destruction of all generous impulses. Every kind of mask is therefore welcome to him, every play at hide and seek in which there is an inherent power of deception. The direct and the primitive appear to him in the midst of this huge anti-nature, as being the supernatural itself . . ." ((Art in Theory 1900-2000 An Anthology of Changing Ideas, Edited By Charles Harrison & Paul Wood))

Özetlersek, postmodernizm ile görsel şiir arasındaki bağ gerçekten çok sınaî bir bağdır. Postmodernizm, en azından temel olarak dada'dan devraldığı şeylerin bir kısmını "iletişim teorisi", "enformasyon teorisi", "bilgisayar teknolojisi" gibi konulara uyguladı, bunları kolonilerin, sömürgelerin "farklılıkları"nı bir kenara koymadan, ekonomik göstergelerle harmanladı ve hiç fena sonuçlar almadı, kurgu daha da güzelleşti, durmadan hayrete düşürüldük.

Yazarın, meşruiyeti ile elinde bulundurduğu iki makina vardı, postmodernden önce, gövdesi ve daktilosu. Bunlara bir de makina-gövde olarak bilgisayar girdi, yani bilgisayar çıktısı ile insan çıktısı arasındaki aralık giderek azaldı. Eh, aydınlanma da insanî bir makina değil miydi? Hepimiz okumadık mı klasikleri, ahlak, erdem, iyi, kötü, Hristiyan ahlakı? Postmodernizmin yan ürünüdür bu ilişki, reklamcılar bunu sevdi, kısa film denen şey patladı, çünkü mecra kitlesellik denizini, okyanussal dalgalarla (Freud'un kullandığı terimdir) dövecek duruma geldi. Postmodernizmin görsel şiir ile ilişkisi belirttiğim gibi çok teknik bir ilişkidir. O yüzden de, görsel şiiri postmodernizmin bir numarası olarak görmek, biraz, kabalıktır, kalın görmektir, bana göre().

Sondan birinci olarak, belki bu kısa yazının sınırlarını aşacak ama, estetik ölçütlerin olması gerekmiyor, çünkü "şey"lerin belli bir alanda dolaşıma girmesine izin verecek ölçütleri koymuş oluyoruz böylelikle. Bu, bir "şey"lere neden simgesel değerler yüklediğimizle ilişkilidir. Estetik değer, güdülenmiş, güdülendirilmiş, motive edilmiş kısacası "uyarılmış" simgelerin enerjiye dönüşmediği yerde ortaya çıkan bir çeşit yorum arayışı, yoruma davettir. İletişim için oraya bırakılmış olan şeyle iletişim kurmanın en sıradan yolu. Klee, yapıtta göz için izler vardır der. Ama bu izlerin nereye çıkacağını bilebilmek için gerçekten kahin olmak gerekir. Ve eleştirmenin kahin olduğu günler geride kaldı, çok şükür.

Son olarak, edebiyat teorisi açısından bakıldığında, mevcut ilişkileri, ilişki ağlarını vb. mekanizmaları yerinden oynatan ve hızlandıran herşey, işe yarar. Bu, olması gereken şeydir. Dali ya da Picasso çok yaratıcı oldukları için değil, bu yaratıcılığı, mevcut konvansiyonlar içinde kendileri ve modern resim sanatı için bir "fayda"ya dönüştürdükleri ölçüde başarılıdırlar. O yüzden, görsel şiirin "mevcut şiir algısına etkisi" her zaman pozitif bir değerdir, çünkü mevcut şiir algısının ortalama değeri bu kadar düşük olmasa, görsel şiir var olamazdı.

Böylelikle toparlarsak, görsel şiir size şunları önerir:

- Simgesel değerden uzak durun, mübadele değeri, sanat eseri ile değil, ortalama algı ile belirlenir. - Çoğaltılabilecek ve yeniden yorumlanabilecek her şey dolaşıma girmelidir, tikelliği, çoğu kez tek mecrada binlerce kez değil, binlerce mecrada, neredeyse sadece bir kez görünmesinde yatar. - Teknoloji ile kurduğunuz ilişki, kazaların, hataların şiirsel adalet tarafından rastgele açığa çıkarılması sayesinde Şiir olur. - İnsan, makinanın hatasıdır, hata makinanın insanileşmesidir. - Tüketim kültürü, sana bir malı sattıktan sonra bir daha görüşmeye gönüllü değildir, aynı malı işlevinin dışında tüketmeyi denemek, işte bu görsel şiirdir. - Yaşadığımız çağın en büyük metası, yaşamadığımız çağlardır. - Şiir klişelerin, basma kalıp sözlerin, bilindik kelimelerin rastgele sıralanması, Melih Cevdet'in ifadesi ile "yanyana gelmemiş daha nice sözcüğün" hayali ile yanıp tutuştukça, makina dili, bizi her zaman daha fazla şaşırtacaktır, çünkü onun bilinci yoktur. - Söz, kelime, yazı adlandırılamayanın türevleridir. Görsel şiir, diferanslara (fark) aittir.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 37

‘yukarı’ dedin

Estetikten söz edince ister istemez neyin ya da hangisinin neye ya da kime göre estetik olup olmadığını belirten kriterlerin de devreye girmesi gerekiyor (en azından tasnif yapılacaksa neye göre yapılacak.. üzerinden). Bu da devamında kriterler konusunu çağırıyor. ... Açıkçası birkaç günden beri burada da söz etmek istediğim birkaç şeye denk düştü bu mim'in yeniden güncellenmesi. Aslında bir tür bazı şeyleri bir arada ya da üst üste okuma önerisi diyelim. Belki sizin de dikkatinizi çekmiştir. Son zamanlarda deneysel şiir konusu yeniden yazılarda yer bulmaya başlıyor. (Ben kendi adıma hala emin değilim bu mu anlamamız gereken ve bu tarifler ve anlayışları sunum şekilleri beni çok ikna etmiyor.) Karagöz'ün son sayısına M. Üstübal'ın yazısı bunu ele alıyordu. (Bence yazının bir tür özeti Dada hepimizin’di). Ayrıca Karagöz’ün bir Dada Ruhi eki vardı, yeni. Hece'nin son sayısında Ali K. Metin, deneysel şiirle ilgili uzunca bir yazı yazmıştı (Alıntısı bol, geçmiş dönemlere de atıf yapan, bence özeti “şiirde deney vardır zaten her zaman yeter ki dozajı aşmayalım”dı. Ki aşırı normalleştirici olduğunu düşünüyorum bunun.) Bir üçüncü yazı ya da doğaçlama da diyelim yine Ücra'dan geldi. Ücra'ça bölümünden. Hatta bir de sürpriz "Dadaköy"... Böylece Dada Korkut, Dada Ruhi, Dadaköy... demiş olduk... Ücra'ça, bütünüyle görsel şiiri konu alıyordu. Bu üç dergide yer alan üç yazı da ilginç bana göre... Ama Ücra'ça'dan birkaç alıntı yapmakta yarar var. Aslında çoğu kişi iziliyordur burada dergiyi öyle tahmin ediyorum ama yine de yazayım... Çünkü tam da hem görsel şiir hem de bu kriterler konusuyla çok bağlantılı... ...

"M.Ü. Sanıyorum zihin-göz ilişkisinde pozitivist bir dizge var, ama elbette bu eğitilmiş modern tedrisattan geçmiş bireyler için sözkonusu. Oysa şair bu bağlantıyı da sorunsallaştırıyor, zihin-göz ilişkisindeki mantık hükümranlığını çözümlüyor. O yüzden mesela bir grafikerin bir görsel şair olması onun grafikçi kimliğinden bağımsız şekillenmek zorunda ama elbette teknik bilgisi bir içkinlik düzeyi de yaratıyor. Fakat bu içkin düzlemin sanatsal değer olarak şekillenmesi farklı bir şey. İşte o yüzden mesela görsel şiir içinde de bir ayıklamaya gidilmeli ve bazı kriterler belirlenip o kriterler üzerinden bir görsel şiir sınıflandırması yapılmalı. Bir şair olarak bunu söylemek zor gelse de, durum bu ne yazık ki. ... B.K. Sanırım görsel şiir yapanlar bildiğimiz klasik şair tabiatını reddetme eğilimindeler, buna sebep imgenin zihinsel altyapısının farklı olduğunu düşünmeleri. Buna bir dönem izin verilebilir ama en sonunda onlar da şair olmanın farkına varacaklar. Modernin eğip bükmesiyle yürütülen bir görsel şiir var, yapılan iş eninde sonunda bir yuva bulacaktır elbette. Bahsettiğin görsel şiir sınıflandırması bizim tarafımızdan dillendirilince ahkam kestiğimiz düşünülebilir fakat bu kriterler bazı sebeplerden dolayı gerçekleşemeyebilir. Ben yine de şuna eminim bu kriterler meydana çıksa hiç ummadığımız şairler görsel şiirin içine kendini katabilir. ... M.Ü. Elbette ben Karagöz’deki yazımda görsel şairlerden postmodern diye bahsettiğimde bazı nedenlerim vardı. Fakat bazı görsel şairlerin de bu anlamda moden ve klasik kalacağını görüyorum. Böyle bir ayrım görsel şiirde kaliteyi yükseltecektir, dünyada bu iş böyle yapılıyor. Ayrıca içe kapanan bir görsel şiirin muhafazakârlaşacağını düşünüyorum. İmgeyi toptan reddeden bir görsel anlayış olabilir mi?... (…)” ... ...

Dediğim gibi tamamı okunmalı, notunu düşerek bu alıntıyı yapıyorum. Bu okumanın, kendi adıma beni görsel şiir hakkında (burada poetikhars'ı izleyerek edindiğim bilgi, düşünme süreci, izlediğim görsel şiirler filan olmadan önce)sadece kulak misafiri olduğum zamana geri götürdüğünü ve biraz da şaşırttığını söyleyebilirim. (Ahkam filan diye de düşünmedim elbette...) Çünkü özellikle bu görsel şiirdeki kriter meselesi klasik/dizeli şiir için de çözülmüş müdür ki? İmge konusu çözülmüş müdür? Çözülmüş olsaydı eğer bugün konuştuklarımızın en az yarısını konuşmuyor olurduk. (Yıllıklara giren şiirler, iyi şiir, kötü şiir vb.) Eğer kriterlerimiz olsaydı (daha doğrusu herkesçe kabullenilmiş, "tamamdır" denilmiş...) o zaman "paşa gönüller" girer miydi mesela işin içine? (Kriterlerimiz olsun da demiyorum ille, çözülmesi gerekmediği de söylenebilir. Öyle de görünüyor düşündükçe ve gün geçtikçe) Ayrıca görsel şair, görsel imge, görsel şiirde imge, kriter konularıyla ilgili burada çokça tezat şeyler de okuduğumu hatırlıyorum… Yine de bilemiyorum... Dediğim gibi bence üç yazı da bu mimle beraber yeniden okunmalı...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 15

‘yukarı’ dedin

"Kriterler belirlenmeli", "ayıklanmalı", "sınıflandırılmalı" gibi laflar telaffuz edildiğinde, bu lafların düz anlamları zaten başlı başına sorunludur (tasnif neye göre yapılacaktır? Böyle tarih-dışı, evrensel, nesnel kriterler nerde ikamet eder? Örneğin Borges'in meşhur Çin ansiklopedisi'ndeki gibi şu anda taramayanlarla, tarayıcıları kanatlı olmayanlara göre mi?) ama ben daha çok kim (kim derken hangi konumalışlar anlamında kullandım), niye ve niçin bunu ister diye merak ederim. Çünkü bu tip soruların altında, bir bilgi-iktidar-algı sarmalında, bilme istencini de motive eden bir kontrolcü zihniyet hissederim hep. Bu sorular çünkü uzmanlar için bir doxa oluşturmayla sonuçlanır hep. Bu uzmanlar kim olacak? Görsel şiir uzmanlarına ihtiyaç var mı sahiden? Varsa ne için?..

Ayrıca "muhafazakarlaşma" ne demektir? Bir şey ne olmayınca muhafazakarlaşmaz? Ne olunca muhafazakarlaşır? Muhafazakarlaşma sosyalliklerin formuna özgü bir şeydir, türlerin bir özelliği değil.

Ama bütün bunların ötesinde ben kendi adıma- görsel şiir iyi ki var diyen biri olarak- eğer bir eleştiri pratiği geliştirilecekse, bunun bu işi icra edenlerin kendi yaptıkları üzerine çokca yazmalarıyla mümkün olduğunu düşünüyorum (ha denilebilir ki bu da pratiğe müdahale eder. Ama varsın etsin!). Tasnifi, belli bir hiyerarşiklendirmeyi ve ayrıcalıklandırmayı amaçlayan bir eleştiri, belirli uzlaşımlara ihtiyaç duyar ve bu da tabii ki sanat/edebiyat/üretim alanındaki iktidar ilişkilerinde bir tarafın baskın olmasından başka da bir şey değildir. "İdeal konuşma durumu"na inanılıyorsa durum başka tabii ama ben inanmıyorum.

Bir süredir "paraloji", "içkin eleştiri" gibi maddeler giriyorum sözlüğe. Çünkü bence görsel şiir eleştirisi buralardan beslenmeli, yoksa belirli bir uzman anlatısı yaratarak değil...